Blog
ÖNYARGI VE AYRIMCILIK
[no_dropcaps type=”square” color=”#464646″ font_family=”Raleway” font_size=”33″ line_height=”58″ width=”58″ font_weight=”700″ font_style=”normal” text_align=”” border_color=”#dadada” border_width=”2px” background_color=”transparent” margin=””]Ş[/no_dropcaps]üphesiz ki önyargı ve ayrımcılık insanlığın en büyük sorunlarından . Bir taraftaki insan grubu diğer taraftaki insan grubundan (hatta grubun içindeki çocuk ve bebeklere işkence edebilecek kadar)nefret edebiliyorsa önyargı ve ayrımcılığın önemi biraz olsun anlaşılıyor. Filistinlilerle ,İsraillilerin Kudüs yüzünden savaşları buna örnek olabilir.
Önyargı ve ayrımcılığı daha iyi anlayabilmemiz için kelimenin kökenine ve daha sonra farklı önyargı tanımlamalarıyla ayrımcılık nedir ona bir göz atalım.
Ön ; prae ve yargı; judicium kelimelerinin birleşiminden oluşur.
Önyargı:Bir grubun üyelerinin başka bir gruba karşı benimsedikleri düşünce yada tutumlara göndermede bulunur.Önyargılı insanların sahip oldukları görüşler söylentiye dayanır ve yeni bilginin ortaya çıkışıyla bile kolay kolay değişmezler.Yani bu durumda tarafsızlıktan bahsedilemez.Önyargıda sabit ve esnek olmayan kategorilerle düşünme anlamına gelen klişelerle düşünme yolu etkilidir.
Önyargı:Düşmanlarda olabilecek herhangi bir erdemin gerçek yada hayali kusurlarını abartma eğilimi ile katlanarak iyi yönlerinin doğrudan reddi anlamına gelir.(Bauman)
Önyargı ;olumsuz grup stereotiplerine dayanır .Çoğu kez dış gruba yönelen bir saldırganlığa dönüşür.Önyargıdan çoğunlukla bir tutum nesnesi olarak bahsedilir.Brown (1995)’a göre;Bir grubun üyelerine ,salt o grubun üyeleri olmalarından dolayı ,aşağılayıcı sosyal tutumlar yada bilişsel inançlarla yaklaşmak ,onlar hakkında olumsuz duygular beslemek yada onlara karşı düşmanca yada ayrımcı davranışlar sergilemek önyargıdır.
Önyargı kendi ikili ahlaki ölçütler biçiminde de gösterir kendini ,kişinin dış grup üyelerine karşı kendi yaptığı kötülükler vicdan ahlakıyla çelişmeyen şeylermiş gibi görülürken çok daha az zararlı eylemlerin düşman tarafından yapılması durumunda bu eylemlerin şiddetle mahkum edilmesi beklenir.Ayrıca önyargı eğilimi birörnek dağılmamıştır.Bazı insanların dünyayı keskin ve uzlaşmaz zıtlara göre algılamaya ve kendilerinden farklı olan yada görünen herkese derin bir kin beslemeye özellikle yatkın oldukları sık sık görülmektedir.Bu tür bir yönelim ırkçı tutumlarda ve eylemlerde kendini gösterir.(zenofobi:yabancı düşmanlığı)
Bauman’a göre önyargıları fazla olan insanlar;inatla ve tutkuyla tektiplilikten yanadırlar,bu yüzden güçlü iktidardan yanadırlar .İnsanları hizzaa sokma düşüncesine sahip otoriter kişiliğe sahip insanlar çeşitliliği tek potada eritmeye çalişırlar.
Allport önyargının üç bileşini vardır der;
- Bilişsel: Tutum nesnesi hakkındaki inançlar
- Duygusal: Tutum nesnesi ve onun sahip olduğuna inanılan nitelikler hakkındaki güçlü,genelde olumsuz duygular.
- Konatif: Tutum nesnesine karşı belli biçimde davranma niyeti .
Ayrımcılık:Öteki gruba karşı gerçekleşen davranışa göndermede bulunmaktadır.Ayrımcılık başkalarına açık olan fırsatların bir grubun üyelerine kapatılması etkinliklerinde görülebilir.İnsanların davranışlarına yansımayan önyargılar olabilir.Ayrımcılığın doğrudan önyargıdan kaynaklanması da gerekmez.Ancak önyargılı tutumlar dolaylı olsa da ayrımcılığı etkiler.Ayrımcılığa örnek olarak;Arapların pis olduğunu düşünen birinin onlarla en ufak ilişkide bulunmaktan kaçınması ve benzeri
Önyargı ve ayrımcılıkta diğer önemli iki kavram:Dehümanize ve Jenosittir.Dehümanize:Dış grubun insandan daha aşağı bir yaratık olarak görülmesi iken
jenosit soykırımla eşdeğerdir.Liberal demokratik toplumlarda yaşayan çoğu insan önyargıyı insan davranışının hoş olmayan bir yönü olarak görme eğilimindedir.Ancak önyargı bir şekilde her zaman topluma nüfus etmiş durumdadır.Her kişiye benzersiz bir kişi muamelesi yapmak mümkün olmadığına göre,şemaların yada iş gören kalıp yargıların kullanılması ta ki bunlar ek deneyimlerce süzgeçten geçirilinceye yada yalanlanıncaya kadar kaçınılmazdır.Ancak şematik işlem daha önceden belirttiğimiz gibi değişime dirençli ve yeni verilere kapalı algılara yol açar,deneyimler çoğalsa bile bunları bırakmak mümkün olmaz.
ÖNYARGI VE AYRIMCILIĞIN HEDEFİNDEKİ OLGULAR
Ön yargının hedefindeki olgular:Cinsiyet,ırk,yaş,cinsel tercih,fiziksel ve zihinsel sağlık olarak sıralanabilir.Ancak burada cinsiyet ve ırkçılık hakkında önbilgi verilmeye çalışılacaktır.
Önyargı kültürel yada tarihsel sınır tanımaz.İnsanlar belli bir toplumsal grubu önyargı hedefine getirebilirler.Ancak eskiden beri sıkça yaygın olarak önyargıya maruz kalmış belli gruplar vardır.En yaygınları cinsiyet,ırk ve yaştır.
Cinsiyetçilik: Kadınlar eski tarih zamanlarından beri erkekten daha aşağı bir konumda değerlendirildi.Yönetimde çalışma alanında yüklenen sosyal roller nedeniyle geri planda kaldı.Kadınların toplumsal ve ekonomik kazançları genellikle ailenin başındaki erkeğin konumu tarafından belirlendi.(parkin 1971)Kadınlar özel bir alana –aile çocuklar ve evin olduğu bir dünya- hapsedildi.
Cinsiyetle ilgili stereotipler: Yapılan araştırmalar erkeğin tanımlanmasını,yeterli ve bağımsız,kadının tanımlaması ise cana yakın ve dışa vurumcu olduğuna inanılan bir görüş sunmuştur.Bu inançlar bir çok kültüre genellenilebilir.(broverman,vogel)Bunlar üzerinde uzlaşma sağlanmış stereotiplerdir.Erkek ve kadınlara ilişkin bu tarz stereotipler olmasına rağmen insanlar her iki cinsiyeti altiplerle temsil etme eğilimindedirler.Batıda gerçekleşen araştırmalarda dört baskın kadın alt tipi belirlenmiştir.Ev kadını – seksi kadın – iş kadını – feminist,sporcu,lezbiyen kadın.Bu ayrım kişiler arası ilişkiye dayanan bir ayrımdır.Tipik kadın ev kadını yada seksi kadına yakındır.Erkeklerle ilgili alt tiplerse o kadar net değildir.Fakat belli iki alt tipten bahsedilir.İş adamı – maço. Burada ayrım yeterlilik boyutu baz alınarak yapılmıştır.Tipik erkek bu iki kutup arasındadır.Bu araştırmadan da tipik kadın ve erkek stereotiplerinin farklı algılanışlarını görebiliriz.Diğer bir araştırma ise broverman ve arkadaşlarının araştırmasıdır.Yetmiş dokuz klinik tedavi uzmanından sağlıklı,olgun,sosyal açıdan yeterli
- Bir erkeği
- Bir kadını
- Bir kişiyi betimlemeleri istendi.
Bu yetmiş dokuz kişiden kadın ve erkekler: sağlıklı bir yetişkin erkekle,sağlıklı yetişkin bir kişiyi yeterlilik temelinde neredeyse aynı şekilde betimlediler.Yetişkin sağlıklı kadın:İtaatkar,tezcanlı,görünüşüne önem veren bir kişi olarak betimlendi.Bu özellikler ne sağlıklı bir yetişkine nede sağlıklı bir erkeğe atfedilmişti.Yani kadınlar önyargılar neticesinde normal sağlıklı yetişkinler olarak görülmüyordu.
Davranış ve roller:Toplumsal cinsiyetten bahsedersek belli mesleklerin kadınlar belli mesleklerin ise erkeklerin olarak algılanmasından bahsedilir.Buna mesleki etiketleme denir.Belli roller cinsiyete göre ayrılmıştır.Ancak günümüzde kadınların giderek erkeklere ait olduğu düşünülen roller üstlenmeye gayret etmeleriyle bu etiketleme biraz olsun değişebilmiştir.
Cam tavan görüngüsü: (eagly2003)Kadınlar orta kademede yöneticilik yapabilirler.Ama En üst pozisyona ramak kala görünmez bir tavana çarparlar.Ve yükselemezler.Bu kadınların yetki sahibi olmasına olumsuz bakan erkeklerin ön yargıları sonucu oluşan camdan tavana çarptıklarından bahsedilebilir.Burada erkekte cam tavana çarpabilir.Örneğin ‘iyi uçuş görevlisi kadınlara uygun görülür.Ve erkeğin terfisi önünde bir engeldir.Cinsiyetle ilgili geleneksel bakış açıların aktarılmasında medyanın ilgisi çoktur.Kadın salt dekoratif unsur olarak kullanılır.Örnek olarak dizilerde kadınların hikaye kurgusunun çeperinde kalması cinsel romantik bir figürü canlandırması verilebilir.Yine 1983 te yapılan bir araştırmada erkeklerin baş kısımlarına ağırlık verilerek resmedildikleri buna karşılık kadınların resimde vücut odaklı resmedildiği gözlemlenmiş bu durum 1750 resim analiz edilerek onaylanmıştır.Bu duruma yüzcülük terimi açıklama getirmiştir;kadınların erkeklere göre entelektüel kapasitelerinden çok fiziksel kapasiteleri önem taşır.Fotoğrafta yüzün ön plana çıkarılması ise hırs ve zeka göstermeyi hizmet eder.Diğer bir araştırma da göstermiştir ki portre resim,vücut resmine göre daha çok saygınlık duyguları çağrıştırır.Meslek ve rollerin cinsiyete göre ayrışması olgusunda ev kadını ve reis sözlerinin önemi büyüktür.Bu sözler rolleri pekiştirir.Önyargıları değiştirmek için bu ifadelerin anlam yüküne dikkat etmeli ve gerekiyorsa anlamı değiştirmeliyiz.Yapılan bir araştırmada işin başarıyla yerine getirilmesi kadın ve erkek ayrımı yapılarak yorumlanmıştır.Erkek bir işi başarıyla yerine getiriyorsa bu onun yüksek çabasına ve yeteneğine bağlanır.Kadınsa işi şansa ve işinin kolaylığına bağlı olarak başarmıştır ve bu başarı ödüle değer görülmez.Ancak Eagly ve Mladinice 1994 yılında bu görüşleri yeniden değerlendirmiş ve kadınların yaptığı işlerin küçük görülmesi gibi bir eğilimin artık söz konusu olmadığını belirtmiştir.
IRKÇILIĞIN ORTAYA ÇIKIŞI
Neden ırkçılık yaygınlaştı?
1-Kültürel simgeler olarak beyaz ve siyah arasındaki karşıtlığın Avrupa kültüründe derine yerleşmiş olması beyazın olması.Beyazın saflıkla siyahın kötülükle eşleştirilmesi.
2-Irk kavramının kendisinin icat edilip yayılması. Yarı ırkçı tutumlar yüzyıllardır toplumların içinde bulunur. MS 300 Çin’de Barbarlar hakkında ‘bunlar soylarından geldikleri maymunlara benzerler’ türü betimlemelere vardır. Ama ana haliyle ırk kavramı 18 ve 19. Yüzyıl düşüncesinden kaynaklanır.
Gobineau(1816-1882):Pek çok çevrede beyaz ırkın daha üstün zeka,ahlak ve irade gücüne sahip olarak algılandığını,siyah ırkın ise az yetenekli duygusal istikrarsızlık sergileyen ve hayvan doğasına yatkın olarak algılandığını söylemiştir.Bu kuramlar varsayımsal olarak bilimsel kuramlar diye sunuldu ancak olgusal olarak beyaz ırkın üstünlüğü diye bir düşünceden bahsedilemez.Adolf Hitler kimi ırkların üstünlüğü olduğu görüşüyle insanları katletmiştir.Irkçılıkla ilgili Minart’ın 1952’de yaptığı bir araştırmasına bakalım;ABD’de bazı kulüplere siyahların alınması yasaktı.Ve bu kulüplere siyahları sokmayanlar kapıdaki görevlilerdi.Kapı görevlilerinin bireysel düşüncelerinin önemi olmaksızın sosyal baskılar nedeniyle bu insanları sokmadıkları gerçeğinden bahsedilebilir. Ayrıca beyazların %60’ı zencilerle,kömür ocaklarında konuşurlarken şehirde konuşmazlar.
Buradan da şu sonuç çıkabilir;bazen insanlar tutumları yüzünden değil sosyal baskı altında kaldıkları için ya da kurallar böyle gerektirdiği için ayrımcı davranışlarda bulunabilirler.
İngiltere’deki beyaz olmayanların mesleki dağılımında büyük değişmeler görülmektedir.Siyahlar arasında işsizlik oranı beyazlar beyazlara göre daha yüksek ve çalışan siyahların çoğu el emeğine dayanan ağır işlerde çalişmakta.İş yaşamında ırk ayrımı burada gözlenebilir.Nekadar varlıklı olursa olsun beyaz olmayan grupların hepsi şu yada bu türden bir ayrıma karşı savunmasızlar.
Genel bir bakışla ırkçılık kitlesel kıyımların başlıca sebebidir.Kız bebeklerin seçmeci bir tutumla öldürülmesi cinsiyetçilik uygulamasıdır ve geri kalmış ülkelerde yaşanır.diğer ülkelerde ölümle sonuçlanmış cinsiyet ayrımcılığı oldukça azdır.Ancak jenosit hemen hemen evrenseldir.Birleşik devletlerde siyah karşıtı tutumlar 1930lardan bu yana büyük ölçüde azalmıştır,ama bittiği söylenemez.
Dış gruplara yönelik olarak derinlere kök salmış duygusal antipati ile modern eşitlikçi değerler arasında bir bocalama yaşar modern insanlar ve bu onlarda önyargısız bir tarzda davranma yönünde bir baskı yaratır.Eşitlikçi değerler zayıfladığında,insanlar açık ırkçılık sergilemeye bu yüzden daha çok eğilimlidirler.
Ayrıca ırkçı tutumlar toplumsal ilişkilerin mesafeli olduğu durumlarda ortadan kalkmiş gibi görünürler ancak mesafe kısalınca varlıkları tekrar hissedilir.mesela aynı ortamda çalişiyor olmak sizi rahatsız etmese de aynı kişi ile evlilik fikri sizi rahatsız edebilir.
Günümüzde açık ırkçılık etnik önyargı yasalarla engellenmeye çalişilsa da inceltilmiş bir şekilde ırkçılık hayatın içinde.
F0411061 ELİF MELİS GÖKÇER
AYRIMCILIK ÜZERİNE
Türk Dil Kurumu’nun 1983 yılında yayınladığı Türkçe sözlükte ayrım yapmayı “eşit davranışta bulunmamak,fark gözetmek” şeklinde tanımlanmıştır.Aynı sözlükte “dışlamak” sözcüğü “bir kimseyi, bir durumu, bir düşünceyi yok sayması, ilgilenmemesi” olarak tanımlanmıştır.Ayrıca ayrımcılık hakkında “ırkı, dini, bir siyasi inancı, cinsiyeti, sosyal konumu ve benzeri etkenlerden dolayı sosyal bir grubu, öteki gruplardan ayırarak onu aşağılama, ona düşmanca davranma tutumu, eğilimi” veya “bir toplulukta ırkı, cinsiyeti, toplumsal konumu ya da dini nedeniyle ötekilerden ayrılan bir gruba ayrımlı (çoğunlukla kötü) davranma olgusu” gibi tanımlar vardır.
Ayrımcılık toplumsal yaşamın tüm alanlarında rastlanan bir olgu olarak karşımıza çıkar.Çok farklı nedenlere bağlı olarak yaşanan ayrımcılığın temelinde “BEN ve ÖTEKİ” ayrımı yatmaktadır.Benden/bizden farklı olan, yani bize benzemeyen ötekidir.Ötekileri tanımlamakta çok farklı nitelikler kullanılabilmekte.
“Ben/biz ve diğerleri” sosyolojik bir gerçeklik olarak yaşanmakta,insanlar bu tür “aitlikler” içerisinde kendi kimliklerini geliştirmekte,tanımlamakta daha da önemlisi “güvenlik” gereksinimlerini karşılamaktadırlar.Ancak biz olgusu fazla abartıldığında dışarıdakilere karşı bir kayıtsızlık ve düşmanlık gelişebilir.
Aslında hepimiz “bir yerde, bir konuda, birileri nezdinde“ mutlaka öteki durumundayız.
Herhangi bir toplumda bir ayrımcılık geliştirilmek istendiğinde,ayrımcılığa özne seçilen konunun o toplumda maddi temelleri de varsa bu durum hızla tehlikeli boyutlara taşınabilir.Örneğin, etnik olarak pek çok farklılığı içerisinde barındıran bir toplumda ırkçı milliyetçiliğin çok daha tehlikeli bir biçimde geliştirildiği söylenebilir.
Sonuçta,ayrımcılığın maddi temeli doğal ve toplumsal yaşamın içerdiği farklılıklardır.Farklı olanlar arasındaki güç eşitsizliği ayrımcılığa giden yolun ikinci önemli durağıdır.Üçüncü önemli durak ise ayrıma tabi tutmanın bir tarafa avantaj sağlamasıdır.Bir de bunlara bilgisizlik, bilinçsizlik ve duyarsızlık eklendiğinde ayrımcı uygulamalar için ortam hazır demektir.
AYRIMCILIK TÜRLERİ
1.YARDIM ETMEYE YANAŞMAMAK:
Konumlarını iyileştirmek için toplumdaki diğer gruplara yardım etmeye yanaşmamak, bu grupların dezavantajlı konumların sürdürmelerini sağlamanın yollarından biridir.Bu strateji bireyler tarafından (ev sahipleri etnik azınlıklara kiralık ev vermeye yanaşmayabilir) , kuruluşlar tarafından (kuruluşlar yeni anne olmuş kadın çalışanlarına esnek çalışma saatleri sağlamakta veya onların işini paylaştırmakta isteksiz davranırlar) ya da bir bütün olarak toplum tarafından (hükümet yeni baba olmuş çalışanlara doğum izni veren yasaya karşı çıkar) benimsenir.Yardım etmeye yanaşmamakta, ırksal kaygı antipatiyle birleşir ve azınlıkların dezavantajlı bir konumda bulunduklarının haddinden fazla büyütüldüğüne olan inanç insanları yardım etmemeye sevk eder.Araştırmalar, yardım etmeye yanaşmamanın ancak belli koşullarda ortaya çıktığını göstermektedir.
2.TOKENİZM (NUMUNECİLİK):
Bir azınlık grubuna karşı görece küçük ve önemsiz bir olumlu davranış göstermeyi anlatır.Bu tür bir davranış önyargı suçlamasına karşı bir savunma olarak ve daha büyük, daha anlamlı olumlayıcı eylemlere girmeyi reddetmenin ya da sonrasında ayrımcı bir davranışta bulunmanın bir gerekçesi olarak yardıma çağrılır.
Rosenfield ve meslektaşlarının yaptığı araştırmalar, siyah bir yabancıya ufak bir iyiliği dokunmuş olan beyaz katılımcıların, sonrasında böylesi bir küçük iyilikte bulunmamış ırktaşlarına göre, daha büyük çaba gerektiren yardımseverlik örneklerine kalkışmakta daha gönülsüz davrandıklarını ortaya koymuştur.Böylesi küçük iyilikler siyahlar hakkındaki olumsuz stereotipleri aktive edebilir, onları daha bir vurgulayabilir.Siyah bir dilenciye para vermek buna bir örnektir.
Tokenizm kuruluşlar ya da bir bütün olarak toplum tarafından yürütülebilir.
3.TERSİNE AYRIMCILIK:
Tokenizm aşırıya vardırılırsa tersine ayrımcılık ortaya çıkar.Kökleşmiş önyargılı tutumlara sahip insanlar, kimi zaman kendi bildik yollarından saparak başka grupların üyelerine yaptıkları iyiliklerden daha fazlasını önyargılı oldukları grupların üyelerine yaparlar.Örneğin, Chidester (1986)’ın gerçekleştirdiği bir deneyde, beyaz öğrencilerin işitme cihazları aracılığıyla bir başka öğrenciyle (bu öğrenci görünürde ya siyah ya da beyaz ırktandı) konuşarak birbirleriyle tanışmaların sağladı.Beyaz öğrenciler siyah yabancıları beyaz yabancılardan sistematik olarak daha olumlu bir bakışla değerlendirdiler.
Tersine ayrımcılık önyargıları gizlemek için oldukça etkili bir yoldur, fakat kimi zaman kişinin eşitlikçi görünme arzusunu ya da duyduğu samimi hayranlık ve saygıyı da yansıtıyor olabilir.mesela futbol maçlarına saldırı ve küfürlü sözlerin daha az olması için kadınlar da alınır, fakat kadınlar ayrı bir tribüne oturtulur.Aslında burada hem ayrımcılık yapılmadığı hem de yapıldığını görebiliriz.Kadınlar maça alınır ama farklı yere oturtulur.
TOPLUM İÇİNDE YAPILAN AYRIMCILIKLAR
1.YAŞLILARA YÖNELİK AYRIMCILIK:
Pek çok kültürde, özellikle de geniş aile yapısının yaygın olduğu toplumlarda, yaşlı kişilere saygı gösterilir, onların akıllı-bilgili birer öğretmen ve lider oldukları düşünülür.Çekirdek ailenin geniş ailenin yerini aldığı toplumlardaysa durum pek de böyle değildir.İngiltere, Hollanda, Kanada ve Birleşik Devletler gibi ülkeler bu kategorinin içindedir.Bu toplumlarda gençliğe özgü niteliklere bir hayli değer verilmekte, yaşlı insanlara ise genelde olumsuz stereotipler yakıştırılmaktadır.Yaşlılar toplumun gözünde genelde değersiz ve güçsüzdürler.Yetişkin gençler, altmış beş yaşın üzerindeki kişileri asık suratlı, sağlıksız, cazibesiz, mutsuz, cimri, verimsiz, sosyal becerileri az,kendini başkalarına aşırı derecede açan, başkalarını aşırı derecede kontrol eden, bakıma muhtaç, ben merkezci, yetersiz, kişinin ömrünü tüketen, kırılgan/çabuk incinen kişiler olarak görmektedirler.Gençler yaşlılarla genelde pek az ilişki kurmaktadır, dolayısıyla kuşaklar arası karşılaşmalar kişiler arası algılamalardan çok gruplar arası algılamaları aktive etmekte, bu da kuşaklar arası temasın en aza indirgenmesine yol açan olumsuz stereotipleri pekiştirmektedir.Bu döngü böyle devam etmekte ve böylece yaşlılar toplumdan soyutlanmaktadır.
Yapılan araştırmalarda ortaya çıkan sonuçlarda; altmış beş yaş ve üstündeki insanların büyük bölümünün huzurevlerinde ya da hastanelerde olduklarına, yaşlı işçilerin gençlerden daha az hünerli olduklarına inanılmaktadır.Fakat bu inançlar hatalıdır.
- 65 yaşındaki yaşlıların %95’i özel konutlarda yaşar,
- 65-80 yaşları arasındaki yaşlıların %7 si bunaklık belirtilerine sahiptir,
- 65 yaş üstü işçilerin üretkenlik ve işe devam kayıtları ortalama olarak daha genç işçi gruplarının kayıtlarından daha üstündür.
Micheal Young ve Tom Schuller yaşı olmayan toplumun gelişiminde yaşın, insanları değişmez, önyargıya açık rollere itmesi için kullanılan bir baskı aracı olduğunu ileri sürmektedirler.
Yaşa kilitlenmiş toplum olmamalıyız.
2.EŞCİNSELLERE YÖNELİK AYRIMCILIK:
Bundan iki bin yıl önce Romalılar her türlü cinsel tercihi nispeten hoşgörüyle karşılamışlar, bugünse cinsel tercihlere yönelik tutumlarla ilgili olarak kültürler arasında büyük bir değişkenlik söz konusudur.Hristiyanlığın ortaya çıkıp gelişmesiyle birlikte cinsel davranışları düzenleyen normlar daha kısıtlayıcı olmuştur.Eşcinsellik bir sapma, ahlaksızlık olarak görülmüş ve eşcinsellere uygulanan zulüm meşru karşılanıp rahatlıkla benimsenmiştir.Eşcinsellere yönelik ayrımlara her yerde rastlamak mümkündür.ABD’de yapılan bir araştırma insanların büyük bölümünün eşcinselliğin bir ‘hastalık’ olduğuna ve yasadışı ilan edilmesi gerektiğine inandığını göstermiş, daha yakın tarihli bir araştırmaysa insanların sadece %39’unun eşcinsel bir doktora muayene olmakta bir sakınca görmediğini bulgulamıştır.Amerikan Psikiyatri Kurumu eşcinselliği kendi ruh ve sinir hastalıkları listesinden resmen ancak 1973’te çıkarmıştır.ABD başkanı Clinton 1993’te, eşcinsellerin Amerikan ordusuna yazılmasına imkan veren bir yasa geçirmek istediğinde güçlü bir muhalefetle karşılaşmış, 2004’ün ilk aylarında Birleşik Devletlerin bazı eyaletlerinde eşcinsel çiftlere evlenme hakkı tanınması gündeme geldiğinde bu olay ülke çapında büyük yankı uyandırmıştır.
ZİKSEL VE ZİHİNSEL ENGELLİLERE YÖNELİK AYRIMCILIK:
Fiziksel engellilere yönelik önyargı ve ayrımcılığın uzun bir geçmişi vardır, bu insanlar insandan aşağı ve itici varlıklar olarak görülürler.Eskiden birçok sirkte seyircilere bir koridor boyunca çeşitli ‘hilkat garibesi’ insanlar gösteriliyordu. Birçok oyun, film, edebi yapıt fiziksel engelli bir kişinin başından geçenleri kendisine konu almıştır (Victor Hugo’nun Notre-Dome’ın Kamburu).
Fiziksel engellik temelinde insanlara açıktan ayrımcılık yapmak Batılı toplumlarda artık yasa dışıdır ve toplumca benimsenmemektedir.Birçok ülke çeşitli fiziksel engellilere sahip insanların özel gereksinimlerini karşılama konusunda hiç de duyarlı davranmamakta (Tekerlikli sandalyeli kişiler için rampalar oluşturmak, körler için yaya geçitlerine sesli sinyaller yerleştirmek).
İnsanlar artık fiziksel engelli kişileri küçük görmemekte, fakat genelde onların varlığından rahatsız olmakta ve onlarla nasıl etkileşime gireceği konusunda bir kararsızlık yaşamaktadırlar.Bu durum, ister istemez, fiziksel engeli vurgulaya yol açar.
Fiziksel engele yönelik tutumlar son yirmi beş yıldır büyük ilerleme kaydetmiştir, ama aynı şeyi zihinsel engellik için söyleyemeyiz.Ortaçağda şizofren kadınlar cadı diye bağlanarak yakılıyordu.Hitler’in ‘Nihai Çözümü’ sadece Yahudilere değil, akıl hastalarına da uygulandı.Burada bilgisizlik ve korku önyargıları beslemektedir.
Batı toplumları akıl hastalarının varlığını pek önemsememekte ve ruhsal hastalıklarla boğuşan insanların sorumluluğunu üstlenmekten kaçınmaktadır.Bunun göstergesi, çoğu hastanede yatakların şizofreni hastalarıyla dolu olmasına rağmen, ruh ve sinir hastalıkları araştırmalarına ayrılan fonların olağanüstü derecede yetersiz olması ve psikiyatrik hastaların bakımı ve tedavisi için çok az kaynak aktarılmasıdır.
4.ETNİK KÖKENE DAYALI AYRIMCILIK:
Yahudilere yapılan ayrımcılıklarla başlayabiliriz.1800lerin sonlarında psikolojinin ilk dönemlerinin en önemli kurumları olan John Hopkins Üniversitesi ve Clark Üniversitesi kurulmuştu.Bu kurumların genel politikası Yahudi profesörleri fakülteden dışlamak yönündeydi.Isodere Krechevsky doktora derecesini aldıktan sonra uygun bir eğitmenlik işi bulamayınca adını David Krech olarak değiştirdi.Sosyal psikolojide yaptığı kariyerinin sonuna doğru şunları kaydeder:”Krechevsky olan ismimden dolayı aşağılanmalara maruz kaldım.”Abraham Maslow’un biyografi yazarının ifadesine göre Maslow, Winconsin Üniversitesi’ndeki profesörü tarafından adını ‘daha az yahudilik kokan’ bir isimle değiştirmesi yönünde teşvik edildi.Böylelikle akademik bir iş bulma şansını arttırabilecekti.Maslow bunu yapmayı reddetti.
Afro-Amerikalılar da egemen psikolojide önemli önyargı ve ayrımcılıklarla karşı karşıya geldiler.1940’da ABD’de sadece dört siyahi üniversite lisans programı açıldı.Siyahlar ağırlıklı olarak beyazların okuduğu üniversitelere kayıt yaptırdıklarında başarılarına yönelik pek çok engelle karşılaştılar.1930 ve 1940larda pek çok üniversite hala siyah öğrencilerin kampüste yaşamasına izin vermiyordu.1939 ve 1940’da Clark çifti siyah çocukların ırksal kimlik ve benlik kavramı meseleleriyle ilgili önemli bir araştırma yönettiler.Çalışmalarının sonucu, 1954’te Birleşik Devletler Yüce Mahkemesi’nde devlet okullarında ırksal ayrımcılığa son verilmesi kararının alınmasında dönüm noktası olmuştur.
NSİYETE DAYALI AYRIMCILIK:
Daha önce anlatılan cinsiyete dayalı ayrımcılık anlatıldı.Ben psikolojide kadınlara karşı yapılan ayrımcılıklarla ilgili örnekler vereceğim.
APA’dan ödüller alan, birkaç fahri doktora derecesi verilen ve öğrenme ile algısal gelişim konularındaki çalışmalarından ötürü Ulusal Bilim Madalyası kazanmış Eleanor Gibson’u ele alabiliriz.Gibson 1930larda Yale Üniversitesi’ndeki bir yüksek lisans programına başvurduğunda kendisine primat laboratuarı yöneticisinin binada bir kadının bulunmasına izin vermediği söylenmişti.Ayrıca Freud’cu psikoloji seminerlerine katılmasına da izin verilmemişti.Durum otuz yıl sonra d çok değişmedi.Gelişim psikologu Sandra Scarr Harvard Üniversitesi’ndeki yüksek lisans programı için 1960 yılında çağrıldığı mülakatı anlatıyor.Seçkin kişilik psikologu olan Gordon Allport kendisine Harvard’ın kadın öğrenci kabul etmekten nefret ettiğini söyler.Şöyle devam eder:”Sen %75 ihtimalle evleneceksin, çocukların olacak ve eğitimini kesinlikle bitiremeyeceksin.Ailene ayırdığından arta kalan vakit ve enerji, hiçbir şekilde bir işe yaramayacak.”Bunun altındaki mantık, bir kadının hem ailesini hem de öğretmenlik kariyerini idare edemeyeceği idi.
1938’e kadar Bilimin Amerikalı Adamları’nda listelenen tüm psikologların %20si kadındı.1941’e dek, 1000’den fazla kadın, psikoloji alanında yüksek lisans derecesi aldı.Doktora derecesi olan tüm psikologların ¼’ü kadındı.
AYRIMCILIĞIN ÖNLENMESİ İÇİN TEMELDENELER YAPILMALI?
Ayrımcılığın önüne geçilebilmesi için eğitime büyük önem verilmeli.İnsanların bakış açıları, onları bilinçlendirerek, genişletilmelidir.Bu amaçla ayrımcılık karşıtı bir eğitim sistemi kurmak ve özellikle de çocuk yaşta eğitime önem vererek toplumsal yaşamın her alanında ayrımcı uygulamalara izin vermemek gerekmektedir.
Temel çözüm, “herkes için herkesi içine alan, kimseyi dışlamayan” bir toplum modeli yaratmaktır.
- Bir toplumda ayrımcılığın temelini neler oluşturmaktadır?
- Etnik kökene dayalı ayrımcılık hangi yönleriyle hangi ayrımcılık türlerinin içine alınabilir?
STİGMA VE ÖNYARGININ YARATTIĞI DİĞER ETKİLER
Sosyal Damga
Crocker ve arkadaşları damgayı şöyle tanımlamaktadırlar: “Damgalanmış bireyler, belli bir sosyal ortamda değersiz görülen bir sosyal kimliği imleyen vasıf ya da özelliklere sahip olan kişilerdir”. Önyargı ve ayrımcılığın hedefinde damgalanmış grupların üyeleri vardır, dolayısıyla bunlar damgalanmış bireylerdir. Damga, kişisel faktörde, iki faktöre dayanır: görünürlük/gizlilik ve kontrol edilebilirlik.
Irk, toplumsal cinsiyet, obezite gibi görünür damgalar, insanların stereotiplerinin ve ayrımcılığının hedefidir. Görünür şekilde damgalanmış insanlar, söz konusu damganın tetiklediği stereotipleri, önyargıyı ve tacizleri savuşturmak için gizlenemezler.
Gizlenebilen damgalar (eşcinsellik, hastalık, ideoloji, mezhep) insanlara önyargıdan kaçma imkanı verir.Bu çok maliyetli bir iş olabilir.Ayrıca insanlar kendilerine dürüst davranamazlar ve kendi damgalarının su yüzüne çıkmasını önlemek için aşırı çaba gösterirler.
Kontrol edilebilir damgalarda ise, bu damgaları başka insanlar tarafından değil de, kendilerinin seçtiğine inanırlar. Obezite, sigara tiryakiliği, eşcinsellik kontrol edilebilir damgalar olarak görülür. Kendileri seçtikleri için sorumluluk kendilerindedir. Kontrol edilemez damgalar ise daha şiddetli tepkiler çekerler ve uç bir ayrımcılık örnekleridir.
Kontrol edilebilir damgadan kaçmak zorlu bir çaba gerektirir.Görünüşte kontrol edilebilir olarak görülür; fakat kontrol altına alma girişimleri çoğu kez boşa çıkar ve insanlar damgadan kaynaklanan olumsuzluğa ek olarak, bir de hüsran ve yetersizlik duygusu yaşarlar.Obezite ve sigara tiryakiliği buna örnek gösterilebilir. Ayrıca bazı kişiler enerjilerini damgayı yeniden değerlendirme ve kendi gruplarına yönelik önyargı ve ayrımcılığa karşı mücadele etme gereği üzerinde yoğunlaştırırlar.
Bireyler ve gruplar, kendilerini ya da gruplarını tek tek damgalanmış birey ve gruplarla karşılaştırırlarsa, görece olumlu bir benlik ve sosyal kimlik duygusu kazanırlar. Bu karşılaştırmanın daha aşağı konumdaki damgalı birey ya da gruplarla yapılması kendini değerlendirme yönünden avantaj sağlar. İnsanların kendilerinkinden farklı bir dünya görüşüne sahip grupları aşağılamadıkları ve itibardan düşürmedikleri takdirde kendilerinin kesin ve kontrollü dünya görüşlerinin sarsılacağından korkarlar.
Damgalanmış gruplar, toplum içinde ve toplum tarafından itibardan düşürülmüş gruplardır. Toplumda bu gruplar düşük statüye sahiptir ve oluşmuş bu olumsuz imajdan kaçmaları oldukça zordur. Afro-Amerikanlar, Meksikalı Amerikanlar, eşcinseller ve pek çok kadın için bu geçerlidir.
Damgalanmış grupların üyeleri bu değerlendirmeleri içselleştirme eğilimindedirler ve kendileri hakkında olumsuz bir benlik imgesi oluşturabilirler. Bu da düşük öz-saygıdır. Yapılan araştırmalar kadınların genelde, erkeklerin kadınlarla ilgili stereotiplerini paylaştıklarını, kendilerini bu stereotipleri baz alarak değerlendirdiklerini, cinsiyetin zaman zaman öz-saygıyı düşürdüğünü göstermiştir. Bununla birlikte bazı grupalr ve bireyler düşük statü ve maruz kaldıkları aşağılayıcı muamelelerle başa çıkmada hünerlidirler. Düşük bir öz-saygıya sahip olsa da, hayatından tatmin olmasa da, bazen depresyona girse de çoğu kez karşı karşıya kaldığı tacizleri savuşturabilir ve olumlu bir benlik imgesi oluşturabilir.
Günlük yaşamda öz-saygı önyargıların hücumuna uğrayabilir. Irkçılıkla ilgili lakapalrın kullanılması, fiziksel saldırılar, mağazalarda satış görevlisi tarafından ihmal edilme buna örnek gösterilebilir. Cose, 1993’te bir hukuk şirketinde yaşanan bir olayı aktarır: bu şirkette görevli genç bir beyaz avukat Afro-Amerikan bir çalışanın bürosuna girmesini engeller, gerekçesi de şudur: bu kişi siyahtır ve bu nedenden dolayı geçmişte suça karışmıştır.
Ancak, daha ince önyargı biçimlerinin de öz-saygıyı zedelediği yolunda kanıtlar vardır. Örneğin, Chacko (1982), kadın yöneticilerden, çeşitli faktörlerin (yetenek, deneyim, eğitim ya da cinsiyet) bu göreve getirilmelerinde ne derecede etkili olduğunu derecelendirmelerini istedi. Bu kadın yöneticiler çalıştıkları kuruma olan bağlılıklarını ve yaptıkları işin değişik yönlerinden duydukları tatmini de ortaya koydular. Salt görüntüyü kurtarmak için bu göreve getirildiğini düşünen kadınların, yeteneklerinden dolayı böyle bir makama getirildiklerini düşünen kadınlara göre, kendi kurumlarına daha az bağlılık gösterdikleri ve yaptıkları işten daha az tatmin oldukları gözlenmiştir.
Ayrıca tersine ayrımcılık, öz-saygı üzerinde etkilidir. Fajardo (1985), beyaz öğretmenlerin güya siyah ve beyaz öğrenciler tarafından yazılmış olan yazılı kompozisyonları zayıf, orta ve mükemmel diye notlamalarını sağladı. Öğretmenler, eşdeğerdeki kompozisyonları, yazan öğrencinin siyah ya da beyaz oluşuna bakarak değerlendirmiş, siyah öğrencinin kompozisyonuna daha yüksek not vermişlerdir. Dahası, orta düzeydeki kompozisyonlar için tersine ayrımcılık etkisi daha belirgin olarak ortaya çıkmıştır. Bu uygulama kısa vadede azınlık öğrencilerinin öz-güvenlerini kazanmalarına yardımcı olabilir. Fakat uzun vadede, kendi yetenekleri ve geleceğe yönelik ümitlerine dair gerçekçi olmayan düşüncelere kapılan kimi öğrencilerin öz-saygılarında, bu ümitleri gerçeklikle çarpıştığı anda, büyük bir tahribat meydana gelebilir.
Stereotip Tehdidi
Damgalanmış gruplar, başkalarının kendileri hakkındaki olumsuz stereotiplerin neler olduğunu tam olarak bilmedikleri için stereotip tehdidi yaşarlar. Başkalarının kendilerine stereotipik bir bakış açısıyla yargılayabileceklerinin ve buna göre muamele yapacaklarının farkındalar dolayısıyla sergileyecekleri davranışların stereotipleri doğrulayabileceği kaygısı yaşarlar. Bu durum sadece kaygıyı arttırmakla kalmaz, bir görevin yerine getirilmesine de zarar verebilir. Örneğin, akademik yaşamda yükselmek isteyen ve kendi grubuna yakıştırılan entelektüel yetersizlik stereotipinin farkında olan birisi, sınıfta sorulan bir soruya cevap verirken aşırı derecede kaygı duyabilir.
Steele ve Aronson, stereotip tehdidi hipotezini sınamak için beyaz ve siyah öğrencilerle ‘oldukça zor’ bir testten geçecekleri yönünde bir beklenti yarattılar. bU test iki ayrı şekilde tanımlanmıştı: ‘zihinsel yetenek tanılama testi’ ve ‘bir laboratuar alıştırması’. Öğrenciler ırksal stereotiplere ilişkin farkındalığı değerlendirmek için tasarlanmış bir dizi ölçümü tamamladılar; örneğin ___CE ya da __ERIOR gibi bir ya da birkaç hecesi eksik bırakılmış sözcükleri tamamladılar. Tahmin edildiği üzere, zihinsel yeteneği tanılayan zor bir testten geçecekleri beklentisi içerisinde olan siyah öğrenciler, diğer katılımcılara kıyasla, daha çok ırkla ilintili sözcükler (race, inferior gibi) oluşturdular. Steele ve Aronson ayrıca, siyah öğrencilerin, kendileriyle aynı akademik yeteneğe sahip beyaz öğrencilere oranla, bu testten gerçekte daha başarısız olduklarını buldular.
Stereotip tehdidine şimdilerde birçok farklı bağlamda ( örneğin, kadınlar ve matematik, düşük sosyo-ekonomik statü ve zeka, yaşlılık ve bellek, kadınlar ve müzakere becerileri, siyah-beyaz erkekler ve atletik performans gibi) rastlamak mümkündür. Stereotip tehdidiyle başa çıkmanın bir yolu alanla özdeşim kurmamadır –yani, kimliğimizin olumsuz geribildirim verebilecek performansla olan bağlantısını azaltmaktır.
Başarısızlık ve Dezavantaj
Önyargının kurbanları; iyi bir eğitim, sağlık, konut ve iş gibi toplumun başarılı olan insanlara sunduğu kaynaklara erişme imkanından yoksun bırakılan gruplara ait olan kişilerdir. Dolayısıyla ayrımcılık avantajlı duruma ve toplumun koyduğu yüksek standartlara erişmeyi engeller. Önyargı kurbanları bu durumu içselleştirebilirler ve kronik bir apati ve motive olamama durumu yaşayabilirler. Başarılı olmanın imkansızlığına inanıp çaba göstermeyi kesebilirler. Kadınlar erkeklere kıyasla daha çok başarısız olma eğilimine girerler ve motivasyonlarını yitirirler. Başarıya ulaştıklarında ise bunu şans ya da işin kolay olmasına atfedebilirler.
Damgalanmış gruplar açıkça dezavantajlı olsalar da, bu grupların üyeleri kişisel olarak ayrımcılık uygulamasına maruz kaldıklarını yalanlarlar. Örneğin, Crosby (1982), ücret açısından ayrımcı bir muameleye maruz kalan kadın çalışanların, yaşadıkları bu deneyime nadiren dikkat çektiklerini bulgulamıştır.
Yüklemedeki Belirsizlik
Damgalanmış bireyler başkalarının kendilerine yönelik davranışlarının nedenleri konusunda epey duyarlıdırlar. Bardaki kadın garson ben siyah olduğum için mi bana servis yapmadı, yoksa birisi o anda bağırdığı için mi beni duymadı? Başkaları önünde bana servis yapmasının nedeni içindeki ırkçılığı gizleme güdüsü olmasın? Yüklemedeki bu belirsizlikler açıktır ki ilişkilerde kuşkuya ve güvensizliğe yol açabilir. Yüklemedeki belirsizlik damgalanmış bireylerin öz-saygısı üzerinde de olumsuz bir etkide bulunur. Damgalanmış bireyler olumlu bir sonuç elde ettiklerinde bunu kendilerine değil, olumlayıcı eyleme, tersine ayrımcılığa atfedebilirler.
Kendini Gerçekleştiren Kehanetler
Önyargılı tutumlar, ister açık ister kapalı olsun, ayrımcı davranışlara yol açar; bu da, birikimsel olarak zamanla bireyler açısından dezavantaj yaratır. Bu şekilde, stereotipik bir inanç söz konusu inancı doğrulayan maddi bir gerçeklik yaratabilir: bu bir kendini gerçekleştiren kehanettir.
Rosenthal ve Jacobson (1968) ilkokul öğrencilerine bir IQ testi uyguladılar ve öğretmenlere bu testin sonuçlarına bakarak hangi çocuğun yakın bir gelecekte hızlı bir entelektüel gelişme göstereceğinin güvenle yordanabileceğini söylediler. Daha sonra öğretmenlere ‘ümit vaat eden’ yirmi çocuğun adını verdiler; gelgelelim bu yirmi ad araştırmacılar tarafından rastgele seçilmişti ve ümit vaat eden çocuklarla etmeyen çocuklar arasında IQ farkı yoktu. Öğretmenler ümit vaat etmeyen öğrencileri diğer öğrencilerden daha meraksız, daha ilgisiz ve daha mutsuz diye çabucak derecelendirdiler; yani, öğretmenler bu iki grup hakkındaki stereotipik beklentileri geliştirmiş oldular. Öğrencilerin çalışmalarına verilen notlar da bu beklentilerle tutarlıydı.
Rosenthal ve Jacobson birinci yılın sonunda ve ikinci yılın başında ve sonunda çocukların IQ’lerini ölçtüler. Ümit vaat eden öğrencilerin IQ’lerinin iki yılda diğer öğrencilerinkinden daha büyük bir ilerleme kaydettiğini gördüler. Buna kuşkuyla yaklaşıp inanmayanlar oldu, bu nedenle Rosenthal ve Rubin (1978), bu görüngünün gerçekten var olduğunu kanıtlamak için 345 araştırmayı kapsayan bir meta-analiz gerçekleştirdiler.
Zanna ve Cooper (1974) da bir çalışma yapmıştır. Birinci deneyde, iş başvurusunda bulunan beyaz ve siyah kişiler beyaz katılımcılar tarafından görüşmeye alındı. Görüşmeyi yapan beyaz katılımcıların, siyah adaylara farklı beyaz adaylara farklı davrandıkları görüldü. Beyazlara kıyasla siyahlarla yapılan görüşmelerde süre daha kısa olmuş, sözel olmayan angajmanlara daha az girilmiş ve daha fazla dil sürçmesi yaşanmıştır. İkinci deneyde bir grup beyaz katılımcı, iş başvurusunda bulunan bir beyazla görüşmede bulunmak üzere, birinci deneyde elde edilen ve başvuranın siyah ya da beyaz oluşuna göre değişen görüşme tarzlarından birini kullanmaları doğrultusunda eğitildiler. Siyahlara yönelik görüşme tarzını kullanan katılımcılar, sonrasında, beyazlara yönelik görüşme tarzını kullanan katılımcılara oranla, beyaz adayın daha zayıf bir performans sergilediğine ve daha heyecanlı olduğuna kanaat getirmişlerdir.
Şiddet ve Jenosit
Önyargıyı ve ayrımcılığı azaltmak için bazı ülkeler yasalar çıkarmışlar, dilden ırkçı ve cinsiyetçi terimleri ayıklamak için kampanyalar başlatmışlardır. Ancak önyargılı davranışın aşırı örnekleri de aynı zamanda görülmekteydi. İnsanları dehümanize eden, belli bazı toplumsal koşullarda bireysel şiddete, kitlesel saldırganlığa ve hatta sistematik yok etmeye (jenosit) dek giden yaptırımlar uygulanmıştır.
Dehümanizasyon, genelde bireysel şiddet hareketleri biçiminde karşımıza çıkar. Britanya’da Asyalı göçmenlere, Almanya’da Türk göçmenlerine yapılan saldırıları buna örnek gösterebiliriz.
Önyargı toplumda kabul görüp yasal olarak onaylandığında sistematik kitlesel ayrımcılık başlar. Bu da apartheid sisteme bürünebilir. Apartheid’te hedef; grupların toplumun geri kalanı tarafından soyutlanmasıdır. 1950’lerin ortalarına dek bu uygulama Birleşik Devletler okullarında uygulanmıştır.
Meşrulaştırılmış önyargının en uç biçimi ise jenosittir. Jenositte hedefteki grup sistematik bir biçimde yok edilir. Stalin, kendisine komplo düzenlendiğinden kuşkulandığı herkesi hedef almış ve 1953’te ölene dek 40 milyon kişiyi Sibirya’da çalışma kamplarına göndermiş.Bu çalışma kamplarında 15 milyon kişi hayatını kaybetmiş. 1940larda Avrupa’da 6 milyon Yahudi sistematik bir biçimde Naziler tarafından katledilmiş.Saddam Hüseyin Kuzey Irak’taki Kürtler ile Güney Irak’taki Şiileri yok etmiş, Sırplar ise Bosna’da “etnik temizlik” harekatına girişmişlerdi.
Jenosit, daha dolaylı yollardan da yapılabilir. Belli bir grup maddi açıdan elverişsiz koşula itilir, grup üyeleri hastalıklar, alkolizme bağlı intiharlar, cinayetler, uyuşturucu kullanımıyla derin bir ümitsizliğe düşer ve kendi kendisini yok eder. Avusturalyalılar Aborjinleri, Kanadalılar Eskimoları bunlara maruz bırakmışlardır. Ayrıca bir başka yol da kültürel asimilasyondur.Bir grubun dili ve kültürü sistematik bir biçimde baskı altında tutulur, böylesi baskılar ve gruplar arası evlilikler bu grubun ayrıksı varlığını ortadan kaldırır. Çin’in Tibet halkına uyguladığı kültürel asimilasyondur.
- Önyargı kuramları beklendiği üzere, daha çok önyargının uç biçimleri, özellikle de saldırganlık ve şiddet üzerine odaklanmıştır; ama bu önyargı nasıl edilinir kimler tarafından kazanılır?
Bazı bakışaçılarına göre önyargının öğrenildiğine inanılır. Belli gruplara duyulan nefret ve kuşkunun çocukluk yıllarında söylenmiştir. Yapılan araştırmalarda 5-10 yaşları arası İngiliz çocukların Avrupa ülkeleri hakkında yok denecek kadar az bilgiye sahip olmalarına rağmen, en çok Fransızları ve İspanyolları sevdikleri, en az ise Alman ulusunu sevdiklerini göstermiştir. Bu bilgiler çocuğa yakın çevre tarafında öğretilir. Bu yakın çevrenin en etkilisi ise ebeveynlerdir. Ebeveynler önyargılarını çocuklarına aktarırlar. Model alma (tanık olma), işlemsel koşullama (ırkçı olmayan davranış onay görmez), klasik koşullama (siyah çocukla oynayınca azar işitme) yoluyla öğretilir.
Önyargının azaltılması ve kaldırılması için:
- Kişilerin statü gözetmeksizin insanlara eşit davranmalı
- Kalıpyargıları pekiştirmemeye çalışmak, mümkünse ortadan kaldırmak
- Kişisel olarak çalışma potansiyeli
- İşbirliği yapma çabası
- Gruplararası temas için sosyal destek olmalı
ÖNYARGI VE AYRIMCILIK İLE İLGİLİ SORULAR
1-Önyargı ve ayrımcılık arasındaki farkı tanımları ve uygulamaları açısından değerlendirerek tartışınız.
2-Toplumda önyargıya maruz kalan gruplar genel olarak hangileridir?
3-Cinsiyet ayrımcılığı konusunda aşağıda verilen paragrafın gerçekten “eşitlikçi” olup olmadığını nedenleriyle tartışın.
‘-Karım da bende kendi alanlarımızda üniversite eğitimi gördük. Oregon’daki iyi bir iş teklifini reddettim ve karımın kendi uzmanlık alanında yarım gün iş imkanı bulma olasılığının daha yüksek olduğu New York’ta ilki kadar cazip olmayan bir görevi kabul ettim.Banliyöde yaşamayı tercih ettiğin halde,karımın evde bir ofisinin olabilmesi için işine yakın bir ev aldık.Böylece çoçuklar okuldan döndüğünde evde olacaktı.Karım iyi bir maaş aldığı için,başlıca ev işlerini yapmak için kolaylıkla bir yardımcı tutabiliyordu.Karım ve ben evdeki diğer tüm görevleri paylaşıyoruz.Örneğin,o yemekleri pişiriyor,ben onun yerine çamaşırları yıkıyor ve ona yardımcı oluyorum-(BEM ve BEM 1977)’