[no_dropcaps type=”square” color=”#464646″ font_family=”Raleway” font_size=”33″ line_height=”58″ width=”58″ font_weight=”700″ font_style=”normal” text_align=”” border_color=”#dadada” border_width=”2px” background_color=”transparent” margin=””]A[/no_dropcaps]şk Türleri

Romantik/Tutkulu Aşk (Eros)

Sevgi, yoğun duygusal bir deneyimdir. İlk görüşte âşık olunur ve tensel aşk esastır (Hortaçsu, 2003). Fiziksel çekiciliğe dayanır ve cinsel yakınlık çok önemlidir (Büyükşahin, 2004). Tercih edilen fiziksel özellikler kişiler tarafından açıkça tanımlanabilir. Kişiler aşk için risk almaya hazırdır. İlişkilerde kişilerarasında güvende olma duygusu yüksektir (Hovardaoğlu, 2004).

Arkadaşça Aşk (Storge)

İhtirasa değil, benzerlik, birbirini gözetmeye ve ilgileri paylaşmaya dayanan, arkadaşlığın ön planda olduğu, zamanla gelişen aşk türüdür (Hovardaoğlu, 2004). Sevgi birliktelikten, paylaşımdan ve kendini açmadan kaynaklanan rahatlatıcı bir yakınlık halidir (Hortaçsu, 2003).  Fiziksel etkileşime çok fazla önem verilmez ve birlikte olacakları kişide bulunmasını bekledikleri belirli fiziksel özellikler yoktur (Büyükşahin, 2004).

Aşk Oyunu (Ludus)

Bağlayıcılığı düşük, eğlencesi ön planda, cinselliğin ve tutkunun önemli olduğu, yoğun duygusallığın olmadığı, kısa süreli ve çok eşliliğe açık ilişki türüdür (Hovardaoğlu, 2004). Satranç ya da tenis oynamak gibi kişiler aşk oyunu oynar ve kazanmaktan hoşlanır. (Hortaçsu, 2003).  Aşkı oyun gibi görenler, aynı andan birden çok kişiyle beraber olmaktan hoşlanır ve yaşamlarını bir kişiyle geçirmeyi istemezler. Birlikte oldukları kişileri çok sık görmek istemezler ve ilişkiyle ilgili saplantıları yoktur. Genellikle eş sıkıcı bulunduğunda ya da ilişki ciddileşmeye başladığında sonlandırılır (Büyükşahin, 2004).

Deli Gibi Âşık Olma / Sahiplenici Aşk (Mania)

‘Tutkulu aşk’ ve ‘Oyun gibi aşk’ türlerinin bir kombinasyonu olup ikincil aşk türüdür. Yoğun duygusallığın ön planda olduğu kıskanç, güvensiz, saplantılı aşk türüdür. Kişi terk edilme kaygısı ve sürekli birlikte oldukları kişiyi kaybetme korkusu yaşar (Hendrick ve Hendrick, 1995).  İlişkileri sorunlu olsa bile genelde ilişkiyi sonlandırmaya cesaret edemezler, ilişkiyi bitiren eşleri olur. Ayrılığın olumsuz duygularını uzun süre üzerlerinde taşırlar; ilişkileri sırasında ve sonrasında acı çekmekten hoşlanırlar. (Büyükşahin, 2004).

Mantık Aşkı (Pragma)

‘Arkadaşça aşk ve ‘Oyun gibi aşk’ türlerinin kombinasyonudur ve ikincil aşk biçimlerindendir. Heyecandan çok memnuniyet ön plandadır. İlişkinin iyi gitmesi, partnerlerin uyumlu olması ve temel ihtiyaçların giderilmesi önemlidir (Hendrick ve Hendrick, 1995).  Birlikte olunacak kişinin sosyal ve kişilik özelliklerinin (eğitimi, meslek, aile özellikleri) önemli olduğu, devam edileceğine ve olumlu gelecek sağlayabileceğine inanılan ilişkilerdeki eşlere duyulan aşk türüdür. Birlikte olunan kişinin özgeçmişi ve eşler arası uyum bu tür ilişkilerde önem taşır (Büyükşahin, 2004).

Özgeci/Verici Aşk (Agape)

‘Tutkulu aşk’ ve ‘Arkadaşça aşk’ türlerinin kombinasyonudur ve ikincil aşk biçimlerindendir. Karşındaki kişiyi kusurlarına rağmen seven, bağışlayıcı, destekleyici, onun iyiliğini kendi iyiliğinden çok düşünen aşk türü olarak belirtilmiştir. Koşulsuz ilgilenme, verme ve bağışlama söz konusudur. Aşk, kendini, sevilen kişiye kayıtsız şartsız sunmaktır (Hortaçsu, 2003).  Aşkı hissetmeyi görev gibi algılarlar, ancak aşktan hiçbir beklentileri yoktur (Büyükşahin, 2004).

Aşka İlişkin Tutumlar Ölçeği

Aşka İlişkin Tutumlar Ölçeği, Hendrick, Hendrick ve Dicke tarafından 1998 yılında Lee’nin (1973) aşk sınıflandırılması temel alınarak hazırlanmıştır. Altı alt boyuttan oluşur ve her faktör dört madde içerir. Katılımcılar anket süresince toplam 24 soru cevaplar ve ölçekten her alt boyut için en az dört en fazla yirmi olacak şekilde altı ayrı puan elde edilir. Bir alt ölçekten alınan puanın artması o aşk biçiminin tercih edildiği anlamına gelir. Katılımcılar Beşli Likert tipi ölçeği yardımıyla ‘Kesinlikle katılmıyorum’ dan ‘Kesinlikle katılıyorum’a uzanan bir aralıkta ifadeleri yanıtlar.

 

Aşk Türleri ve Cinsiyet

Literatür incelendiğinde; yapılan birçok araştırmada aşk biçimlerinin cinsiyete göre farklılaştığı görülmüştür. Bu araştırmalarda; erkeklerin kadınlara oranla aşkı daha çok oyun gibi gördüğü ve daha tutkulu aşk yaşadıkları, kadınların ise aşkı erkeklere oranla daha çok arkadaşça, mantıklı ve sahiplenici olarak gördükleri ve daha arkadaşça aşk yaşadıkları gözlenmiştir (Hovardaoğlu ve Büyükşahin, 2004).

Davies’in (2001) İngiliz üniversite öğrencileriyle yaptığı çalışmada, İngiltere’de erkeklerin aşkı oyun gibi görmelerinin ve ilişkilerine tutkuyla bağlı olmalarının toplumları tarafından onaylandığını diğer yandan kadınlar için ise bu aşk biçiminin uygun görülmediğini göstermiştir. Yine bu çalışmada, kadınların ilişkilerinde verici olmaları yani özgeci biçimle ilişkilerine bağlı olmaları toplum tarafından desteklendiği, erkekler için ise bu aşk türünün sosyal olarak kabul edilmediği görülmüştür.

Aşk Türleri ve Kişilik Özellikleri

Aşk biçimleri zaman, yaş, ilişkinin aşamasına ve kişilik özelliklerine göre değişir. Davies’in (1996) yılında İngiliz üniversite öğrencileri ile yaptığı bir çalışmada aşk biçimleri ve kişilik özellikleri arasında olumlu bir ilişki görülmüştür. Davies’in Aşka İlişkin Tutumlar Ölçeği ve Eysenck Kişilik Envanterini kullandığı bu araştırmada dışadönük kişiler tutkulu aşk ve aşkı oyun gibi yaşama eğiliminde olduğu gözlenirken, nerotizim sahiplenici aşk ile olumlu mantıklı aşk ile olumsuz yönde ilişki göstermiştir. Nerotizm, ilişkiyi gerçekçi olmayan bakış açısıyla değerlendirme, kontrol yetersizliği ve çelişkili tutumlar gösterme olarak tanımlanır.  Psikotizmin ise aşk oyunu ile olumlu ancak özgeci ve arkadaşça aşk ile olumsuz ilişkisi olduğu bulgulanmıştır.

Çiftlerin Aşka İlişkin Tutumlarının Lee’nin Çok Boyutlu Aşk Biçimleri Kapsamında İncelenmesi (Hovardaoğlu S., Büyükşahin A., 2004)

Araştırmanın amacı Aşka İlişkin Tutumlar Ölçeği’nin güvenirlik ve geçerlik çalışması yapılarak Türk kültürüne uyarlanması ve duygusal ilişkilerini resmi hale getiren çiftlerle ilişkilerini flört düzeyinde sürdüren çiftler arasında ilişkide sorun yaşama, mutlu olma, ilişkiye önem verme fark olup olmadığını belirlemektir.

Araştırma kapsamında 53 flört ilişkisi içinde olan ve 54 sözlü-nişanlı-ya da evli çifte anket uygulanmıştır. Yapılan analizler sonucunda erkeklerin kadınlara oranla daha fazla özgeci aşk biçimiyle ilişkilerine bağlı olduklarını göstermiştir. Diğer aşk biçimleri bakımından kadınlarla erkekler arasında bir fark görülmemiştir.

Erkekler kadınlardan daha çok bağışlayıcı, destekleyicidir ve eşinin iyiliğini kendi iyiliğinden çok düşünmektedir. Erkeklerin kadınlara oranla daha çok özgeci biçimde ilişkilerine bağlı olmaları günümüzde kadınların ilişkilerinde kendilerine güvenmeleri, ilişkide olumsuzlukları görmezden gelmemeleri ve erkeklerin eşlerini kaybetme kaygısı hissetmesinden kaynaklanabilir.

Araştırmadan elde edilen bulgulara göre aşk biçimlerinin ilişki türüne göre farklılaştığı görülmüştür. Flört ilişkisi olan çiftler evli/nişanlı çiftlere göre daha sahiplenici biçimde bağlandıkları belirtilmiştir. Yani bu çiftler evli ya da sözlü/nişanlı çiftlere göre ilişkilerinde daha çok duygusal olma ve sürekli olarak birlikte oldukları kişiyi kaybetme korkusu yaşama eğilimindedirler. Bu durum flört ilişkisi olan çiftlerin resmi ilişkisi olan çiftlere göre ilişkinin informel olmasından dolayı daha çok partner kaybı hissetme kaygısı yaşadıkları anlamına gelebilir. Yine diğer bir yandan Lee’ye göre insanlar gençken aşkı daha çok oyun gibi görür, daha tutkulu ve sahiplenici olarak ilişkilerine bağlanır. Yaş ilerledikçe daha çok mantıklı ve arkadaşça ilişkileri tercih ederler.

Özgeci ve tutkulu ve sahiplenici aşk biçimleri yaşayan çiftlerin aşkı oyun gibi gören çiftlere göre daha mutlu olduğu görülmüştür. Tutkulu aşk biçimi ile mutluluk arasında güçlü ve anlamlı bir ilişki vardır. Çünkü tutkulu âşıklar kendilerine ve ilişkilerine güvenirler. İlişkide var olan sorunları görebilir ve kıskanç değildirler.

Literatürün aksine sahiplenici aşk biçim ile mutlu olma arasında olumlu bir ilişki bulunmuştur. Sahiplenici âşıkların saplantılı olmalarından dolayı alternatif ilişkileri olumsuz değerlendirmelerinden kaynaklanır. Bireyler ilişkilerinde mutsuz olsalar bile mevcut ilişkiyi olumlu algılayabilir. Birde ilişkiye çok fazla yatırım yaptıkları(zaman harcama, üzülme) için aldıkları doyum artar.

Sahiplenici ve aşkı oyun gibi gören çiftlerin ise ilişkilerinde daha çok sorun yaşadığı özgeci ve tutkulu bağlanan çiftlerin ise ilişki sırasında daha az sorunla karşılaştıkları belirtilmiştir. Yani aşkı oyun gibi gören kişiler ilişkiye bağlı olmak istemediği ve aynı anda çok sayıda kişiyle beraber olmak istedikleri için sorun yaşarken; sahiplenici âşıklar ilişkiye çok yoğunlaştıkları ve sürekli diğer partnerden ilgi bekledikleri için sorunla karşılaşabilir.

Kültürlerarası Bağlamda Aşk

İnsanların aşk biçimleri üzerinde kültürel değerler ve kültürel öğretilerin de etkili olduğu söylenilebilir. Gao’nun  (2001) üçgen aşk kuramını temel alarak Amerikalı ve Çinli çiftlerle yaptığı araştırmasında Amerikalı çiftlerin tutku bileşenini Çinli çiftlere göre daha çok tercih ettiklerini, yakınlık ve bağlılık bileşenlerinin ise her iki toplumda da farklılaşmadığını ortaya koymuştur.

Medora ve arkadaşlarının (2002) Amerikalı, Türk ve Hindistanlı üniversite öğrencilerinin romantizme yönelik tutumlarını karşılaştırdıkları kültürlerarası çalışmalarında Amerikalı öğrencilerin romantizm puanlarının en yüksek olduğu, Amerikalı öğrencileri Türk ve daha sonra Hindistanlı öğrencilerin izlediği görülmüştür (Hovardaoğlu ve Büyükşahin, 2004)

1986 yılında Hendrick Miami Üniversitesi öğrencilerine kategoriler sunularak kendi aşk biçimlerini tanımlamalarını istemiştir. Öğrenciler Asyalı, Kuzey Amerikalı, İspanyol kökenli ve Latin Amerikalı(hispanic) ve Zencilerden oluşmaktaydı. Asyalı öğrenciler Kuzey Amerikalılara oranla daha arkadaşça ve sahiplenici aşk biçimlerine sahip olduklarını düşünmüşlerdir.

Love Types and Subjective Well-Being: A Cross Cultural Study. Social Behavior and Personality

Hatfield ve Kim (2004) tutkulu ve arkadaşça aşk biçimlerini bireycilik-toplulukçuluk bağlamında kültüre bağlı olarak farklılaşabileceğini iddia ederek bir araştırma deseni düzenlemişlerdir. Araştırmanın hipotezlerine göre; tutkulu aşk; Bireyci kültürlerde daha çok görülür. Evlilikler bireyler âşık olduğu için ve aşkın evliliğin kurulmasını sağlayan en önemli faktör olduğuna inanılır. Arkadaşça aşk ise; Toplulukçu kültürlerde daha yaygındır. Toplulukçu kültürlerde var olan güçlü ve geniş aile/akrabalık bağları tutkulu aşkın yaşanmasını ve sergilenmesini çoğu zaman olumsuz olarak görür. Evlilikler ailenin, akrabaların ve arkadaşların onayıyla benzer sosyoekonomik düzeye sahip olan kişileri bir araya getirecek şekilde önceden planlanır. İlişki içinde aşkın olup olmaması önemli değildir. Tutkulu aşk biçiminin geleneksel aile biçimine zarar vereceğine inanılır. Bu kültürlerdeki yaygın inanışa göre tutkulu aşk geçici ve kısa süreli olduğu için evlenmek için yeterli değildir. Aksine arkadaşça aşk ise uzun süreli ve çiftlerin ilişkilerini uzun vadede olumlu yönde etkileyen bir süreçtir.

Bu amaçla araştırmacılar 217 Amerikan (101erkek + 116 kız) ve 183 Koreli (90 erkek + 93 kız) üniversite öğrencisine aşk tipleri, yaşam doyumu ve pozitif/negatif duygulanım arasındaki ilişki incelenmesi amacıyla anketleri uygulamıştır.

Arkadaşça aşk tutumuna sahip bireylerin yaşam doyumunun daha fazla olması beklenirken,  tutkulu aşk yaşayan bireylerin pozitif/negatif duygu durumlarının daha fazla olması beklenir.

Ancak araştırmadan elde edilen bulgulara göre kültürler arasında farklılaşan etkiler görülmemiştir. Kültürün herhangi bir etkisi gözlenmemiştir. Bu sonuç Kore’nin son dönemde hızla Batılılaşması ve toplulukçu kültürü çok iyi şekilde temsil etmiyor olabileceğini düşündürmektedir.

Love Styles: A Cross-Cultural Study of British, Indian, and Portuguese College Students

Psikoloji kuramları Kuzey Amerika kökenli olduğu gerekçesiyle son dönemde evrensel bir yapı içermeyeceği ve farklı kültürel yapılara sahip olan topluluklarda temel sayılabilecek yapıların farklılık gösterebileceği savı ortaya konulmuştur. Neto(2007) bu amaçla aşk türlerinin kültürlerarası geçerliğinin sağlanması ve farklı kültürlerde aşka dair tutumların değerlendirilmesine yönelik kültürlerarası bir araştırma yapmıştır. Araştırmada Hendrick’in (1986) Aşka İlişkin Tutumlar Ölçeği kullanılmıştır.

Amerikalı, Portekizli ve Hintli toplam 582 üniversite öğrencisi araştırmanın örneklemini oluşturmaktadır. Portekiz ve Amerika bireyci kültür yapısına sahip olarak belirlenirken; Hindistan kollektivist kültür üyesi olarak sınıflandırılmıştır.

Araştırma; farklı kültürlerin (bireyci / toplulukçu) farklı aşk tutumları (Lee, 1976) ve farklı cinsiyetteki kişiler(kadın/erkek) üzerinde farklı etkiler yapacağına ilişkin bir hipotez içermektedir.

Literatürde önceki veriler erkeklerin ve bireyci kültür üyelerinin tutkulu aşk biçimini daha çok sahip olduğu sonuçları yer alsa da bu araştırmada ‘Tutkulu Aşk’ biçiminde cinsiyet ve kültür etkisine rastlanmamıştır. Tutkulu aşk biçiminin evrensel bir yapı içerebileceği sonucuna varılmıştır.

İngiliz ve Portekizli öğrenciler arasında (2 bireyci kültür) belirgin kültürel fark gözlenmemiştir. Ancak toplulukçu(Hint) ve bireyci kültürler arsında kültürel olduğu düşünülen farklar ortaya çıkmıştır.  Hintli katılımcılar mantık aşkı, sahiplenici aşk ve özgeci aşkta İngiliz ve Portekizli deneklere oranla daha yüksek puanlar almıştır. Aşk oyunu ölçeğinde İngiliz deneklere göre daha az; Arkadaşça Aşk ölçeğinde ise Portekizli deneklere oranla daha yüksek puanlar almıştır. Mantık Aşkı söz konusu olduğunda ise Hintli denekler İngiliz ve Portekizlilerle anlamlı derecede farklılık göstermiştir. Eş seçimi Asya’da tüm aileyi ilgilendirir. Avrupa’da ise 18. yüzyıldan bu yana kişiye özeldir.

Hintli ve Portekizli erkekler Hintli ve Portekizli kadınlara oranla daha çok aşkı oyun gibi görme eğilimine sahiptir. Araştırmadan elde edilen bulgulara göre; İngiliz kadınların ise anlamlı şekilde aşkı oyun gibi gördükleri gözlenmiştir. Bu durum kadınların modernizasyon süreciyle beraber yıllar içinde eşitlik kazanmasıyla açıklanabilir.

Erkekler kadınlara oranla daha Özgeci aşk tutumuna sahiptir. Sosyalizasyon süreci içinde kadınların daha bakıcı, verici olarak yetiştirilmesine rağmen erkeklerin duygusal ilişkilerine kadınlardan daha bağlı olması ve sosyal rollerinden kaynaklanan sahiplenici tutumları sevdikleri kişiye karşı daha fedakâr olmalarını gerektiriyor olabilir. Hintliler; İngiliz ve Portekizlilere göre daha özgeci aşk tutumuna sahiptir. Bu durum; bireycilik ve toplulukçuluk ayrımıyla açıklanabilir. Özgeci aşk biçimi diğer partneri merkeze alır ve kişinin kendi istek ve amaçları diğer partnerin gerisinde kalır. Buda toplulukçu kültürün karşılıklılık yapısına işaret eder.

Arkadaşça Aşk biçimi araştırma bulgularına göre cinsiyete ve kültüre göre farklılık göstermiştir. Hintli erkekler; Hintli kadınlara ve İngiliz ve Portekiz kadın ve erkeklere göre daha arkadaşça aşk biçimine sahiptir. Hint kültüründe genç erkeklere arkadaşça sevgi daha uzun süreli ve daha kalıcı olması gerekçesiyle daha çok aşılanır.

Sahiplenici Aşk biçimi araştırma bulgularına göre cinsiyet ve kültürel açıdan farklılık göstermiştir. Hintli kadınlar Hintli erkeklere ve İngiliz + Portekiz kadın ve erkeklere oranla daha çok sahiplenici aşk eğilimi göstermiştir. Hint kültürü içinde kadının daha hâkim rol sahibi olması bu sonuca yol açmış olabilir.

Sonuç

Tüm araştırmalarda örneklem aşk ilişkilerinin daha çok yaşanabileceği gerekçesiyle üniversite öğrencilerinden oluşmuştur. Ancak sınırlı bir örneklemden genelleme yapmak güç olacaktır. Üniversiteler toplumun en bireyci olduğu yerlerdir. O nedenle yapılan ölçümler tam anlamıyla kültürü yansıtmıyor olabilir. Ancak kültürün temel psikolojik yapılarımız üzerinde çok büyük bir etkisi olduğu açıktır. Bu nedenle farklı kültürel yapılar içinde yaşayan bireylerin yakın ilişkilerinde farklı tür tutumlar sergilemesi mümkündür.

ÇEKİCİLİK

Çekicilik bir kişinin bir başkasından hoşlanmasını sağlayan şeydir. Aşkı etkileyen en güçlü etmenlerden biridir. Fiziksel olarak çekici olduğu düşünülen kişiler, çekici olduğu düşünülmeyenlerden daha fazla sevilmektedir. Örneğin; Walster ve ark. (1966) kız ve erkek öğrencilerin rastlantısal olarak oluşturdukları bir bilgisayar dansı düzenlediler. Sonuç olarak, her öğrencinin ne kadar seveceğini kestirme olanağı sağladığını gördüler. Çekici olduğu düşünülen kızlar da erkekler de daha fazla sevilmişti.

Fiziksel çekicilik çıkmalarda, hatta evlilikte eş seçimini belirlemede önemli bir rol oynamaktadır. Strobe (1971) evlilikte eş seçiminde fiziksel çekiciliğin, çıkmalardaki seçimlerde olduğundan daha az önem taşıdığını ortaya koydu. Uzun süreli ilişkilerde başka etmenler görece daha önemli bir rol oynamaktadır.

Çekiciliğin Korelatları ve İlintili Olduğu Şeyler:

Yakın tarihli araştırmalara göre çekicilik şunlarla ilintilidir:

  • Genç olmak ( Buss& Kenrick, 1988, Perlini Bertolissi & Lind, 1999 );
  • İnce yapılı olmak (Bilgisayar simülasyonuyla ) (Gardner & Tockerman, 1994);
  • Dürüst olarak nitelenmek (Yarmouk, 2000);
  • Paralı olmak (Hamermesh & Biddle, 1994)
  • Erkek yüzleri de dâhil olmak üzere yüz hatlarını/ifadesini kadınsılaştırmak. (Bilgisayar simülasyonuyla ) (Rhodes, Hickford &Jeffrey, 2000)

 

Araştırmalara göre Çekici İnsanlar:

  • Daha az uyumsuz ve daha az rahatsız edici olarak görülür (Cash, Kehr, Polyson & Freeman, 1977; Dion, 1972);
  • Bir iş görüşmesinin ardından işe alınma ihtimalleri daha yüksektir (Dipboye, Arvey &Terpstra, 1977);
  • Daha mutlu, başarılı ve sağlam bir kişiliğe sahip oldukları, evlenme olasılıklarının daha yüksek olduğu düşünülür (Dion, Berscheid& Walster, 1972);
  • Haklarında dava açılmış kadınlar ise, jüri onlara daha hafif cezalar verilir (Sigall & Ostrove, 1975);
  • Eğer kız öğrencilerse, yazılı ödevlerinde daha yüksek not verilir ( Landy & Sigall, 1974).

Landy ve Sigall (1974) bu son etkiyi deneysel olarak incelemişlerdir. Erkek öğrenciler, sözde yazarına ait –bu bir kadındır- bir fotoğrafın iliştirildiği farklı nitelikteki iki makaleden birine puan verilmiştir. Aynı makaleler fotoğrafsız olarak kontrol grubunca da puanlanmıştır. Koşullardan birinde “iyi” makale çekici fotoğrafla, ardından nispeten çekici olmayan fotoğrafla eşleştirilmiştir. Çekici kız öğrencinin fotoğrafının iliştirildiği makaleye daha yüksek puan verilmiştir.

Forgas, O.Conner ve Morris (1983) gülümseyen öğrencilerin, gülümsemeyenlere oranla, uygunsuz davranışlardan dolayı daha hafif cezalara çarptırıldığını bulgulamıştır.

 

Fiziksel ya da sosyal düzeyde kişilerarası çekimi başlatan ve sürdüren belirgin faktörler şunlardır; (Brehm, 1992; Brehm ve Kassin, 1993; Hinde, 1997; Neyer ve Voigt, 2004)

  • Kişilik Özellikleri: ( Güven verici olma, dürüstlük, kendini açma, ifade edebilme ve empati kurabilme yeteneği, özerklik gibi) Benzer kişilik özelliğine sahip olmak çekiciliği arttırır. Bu tür bir benzerlik hepimizde var olan kabullenme/onaylanma ihtiyacına da tatmin sağlar.
  • Demografik Benzerlik: Aynı Din, dil, eğitim düzeyi, yaş, sosyoekonomik düzeye sahip olmak çekiciliği arttırır..
  • Fiziksel Çekimin Benzerliği: İnsanlar kendileri kadar güzel ya da çekici bireyleri çekici olarak algılayacakları ve onlarla romantik bir ilişki yaşamak isteyeceklerine dair görüşler öne sürülmüştür. Fiziksel çekim ilişkinin sadece ilk dönemlerinde etkili olduğu ancak uzun vadede fiziksel çekime dayalı ilişkiler bir takım sorunlar yaşayacağı gözden kaçırılmamalıdır.
  • Tutumsal Benzerlik: Benzer tutumlara örneğin politik inançlara sahip olmak çekiciliği arttırır.

Gereksinimlerin Tatmini ve Tamamlayıcılık: Birbirlerinin farklı ihtiyaçlarına doyum sağlayacakları düşünen bireylerin birbirlerini çekici bulması mümkündür. Kişilerarası çekimde benzerlik etkisinden farklı olarak, zıt kişilik özelliklerine sahip olan bireylerin birbirini çekici bulduklarına dair görüşler vardır. Böylece her iki tarafın eksiklikleri kapatılmış olur.

  • Uyumluluk: Hepimiz başkaları tarafından anlaşılma, önemsenme, onaylanma, ihtiyacı duyarız. Onun tarafından sevileceğimizi, önemseneceğimizi, değer verileceğimizi düşündüğümüz bireyleri eş adayı olarak seçeriz.
  • Sosyal İstenirlik: Sosyal olarak onay gören, belirli bir statüye sahip erkeklerin eş olarak daha çok tercih edilmesinin sebebi, o eşe sahip olunduğunda bizimde bu ödüllerden faydalanabileceğimiz inancıdır.
  • Fiziksel Yakınlık: Aynı şehir, semt hatta apartmanda yaşıyor olmak da sosyal ağımızı oluşturmamız açısından önemlidir.
  • Maruz Kalma Etkisi: Bir nesneye ya da bir insanla sürekli olarak karşılaşmanın/ bir arada bulunmanın onu sevmeyi getirebileceğine dair görüştür.
  • Karşılıklılık: Bizden hoşlanan insanlardan hoşlanma, bizden hoşlanmayanlardan ise hoşlanmama eğilimidir.
  • Kendini Açma: Konuşurken kendini açma bir ilişkideki uzun süreli içtenliğin önemli belirleyicisidir.
  • Hoşlandığımız kişilere kendimizi açarız
  • Bize açılanlardan hoşlanırız
  • Açıldığımız kişilerden hoşlanırız

 

GİRİŞ

Sanatta, edebiyatta ya da insanın düşünce dünyasının herhangi bir alanında kendine hep var olma fırsatı bulan aşk, bugüne kadar birçok farklı bilimsel olan ya da olmayan ekol, disiplin ya da alan tarafından tanımlanmaya, anlaşılmaya çalışılmıştır. Son otuz yıldır sosyal psikologlar da, konuyu ele almaya başlamış ve önemli araştırma alanlarından biri olmuştur. Aşkın psikoloji biliminde yaygın olarak incelenmeye başlanmasıyla beraber farklı araştırmacılar aşk kavramı üzerine çeşitli tanımlar yapmışlardır. Ancak üzerinde anlaşmaya vardığı ortak bir tanım ya da açıklama biçimi mevcut değildir Sosyal bilimciler aşkın birçok tanımını yapmışlardır.

 

Aşk Nedir?

  • Centers’e göre (1975) aşk, kişinin bir başka kişiyle etkileşiminin ödüllendirici olduğu durumlarda ortaya çıkan bir tepkidir.
  • Laswell ve Laswell (1976) de aşkı, duygu, fizyolojik uyarılma ve bilişlere dayandırarak açıklamışlar. (Fehr, 1988)
  • Harry Harlow (1958), aşkı, bağlanma süreçlerine dayandırmıştır.
  • Abraham Maslow (1962) iki tür aşk ayrımı yapmıştır: Eksiklik yetersizlik (deficiency) aşkı; kişinin güvensizliğinden ve daha düşük düzeyde duygusal ihtiyaçlardan doğar; gerçek aşk ise daha yüksek düzeyde duygusal ihtiyaçlardan, kendini ve diğerlerini gerçekleştirme isteğinden doğar.
  • Sigmund Freud’a göre (1922/1951) cinsel birleşme isteği aşkın temelidir. Bu istek bloke olduğunda, kişi, karşısındakini idealize ederek ve ona aşık olarak, ortaya çıkan engellenmeyi telafi eder. Ona göre, bireyler, kendilerinde olmasını diledikleri nitelikleri eşlerine yansıtırlar. Bir eşin idealizasyonu, temelde, kişinin kendisiyle olan doyumsuzluğuna dayanır.(Murray, Holmes ve Griffin, 1996)
  • Eric Fromm(1956) aşkı, koruma(ilgi), sorumluluk ve saygı ile tanımlamıştır ve kişinin izolasyonu ve yalnızlık duygusunu azaltmada kullandığı bir araç olarak görmüştür.        İnsanları aşık olmaya iten en önemli faktörlerden biri, insanı sosyal dünyaya yabancılaştırıcı etmenlerin yarattığı çaresizlik, kaygı ve yanlızlıktan kaçmaktır.(Jacobs, 1992)
  • Karen Horney’e (2005) göre de bir insanın başkasının sevgisine (aşkına) olan ihtiyacı, kaygı duymaya karşı güvenlik duymak içinse bu konu zihninde büsbütün bulanıklaşacaktır; çünkü o, genel olarak kaygılı olduğunu ve güvenlik için sevgi aradığını bilmez. Onun bütün hissettiği, karşısında sevdiği, güvendiği ya da kendisine bağlı olduğunu sandığı bir insan görmesidir.
  • Livingston (1980) da aşkı, belirsizliğin azaltılması süreci olarak değerlendirmiştir.
  • Rubin’e göre aşk, üç bileşenden oluşur. Bunlar; yakınlık, gözetme ve aşktır.

 

C.H Swensen (1972) yaptığı araştırmada, deneklerden aşkla en yakından ilgili olduklarını düşündükleri davranışları belirtmelerini istemiş ve cevapları yedi kategoriye ayırmıştır.

Buna göre aşk;

  1. Seni seviyorum demeyi ya da duygulanımın diğer sözel ifadelerini,
  2. Öpme ya da sarılma gibi fiziksel ifadeleri,
  3. Kendini açmayı,
  4. Mutluluk ya da gevşeme gibi duyguların sözel olmayan yollarla iletilmesini,
  5. Hediye vermeyi ya da eşe yardımcı olacak şeyler yapmayı,
  6. Eşin gereksinimleriyle ilgilendiğini göstermeyi, onun düşüncelerine saygı duymayı ya da onu cesaretlendirmeyi,
  7. Eşe karşı hoşgörülü ve fedakâr olmayı barındırmaktadır. ( Sears, Peplau ve Taylor, 1991 )

 

Romantik İlişki ve Aşk Kuramları/Modelleri

  • Rubin’in Sevgi – Aşk Ayrımı
  • Tutkusal Aşk Süreci
  • Tutkusal ve Arkadaşça Aşk
  • Aşkın “Renkleri”
  • Yatırım Modeli
  • Üçgen Aşk Kuramı
  • Kendiliği Büyütme/ Genişletme Kuramı
  • Aşkın Prototipik Özellikleri
  • Psikanalizde Aşk ya da Aşkın Psikanalizi

 

1)Rubin’in Sevgi-Aşk Ayrımı

Rubin’e (1973 ) göre, sevgi ve aşk birbirlerinden ayrı olan ama birbirleriyle ilişkili olan iki duygudur. Sevgi, duygulanım ve saygının birleşimidir. Aşk ise eşe ihtiyaç duyma olarak tanımladığı bağlılığın (bağlanma), eşin refahını-mutluluğunu sağlama isteğinin ve eşin gereksinimlerine cevap verme isteğinin bireyin yaşamındaki temel rolü olmasının; yani onu korumanın, bakım vermenin bir birleşimidir.( Sears, Peplau ve Taylor)

 

2)Tutkusal Aşk Süreci

Berscheid ve Walster’a (1974) göre aşk, bireyin fizyolojik olarak uyarılmasının ve bu uyarılmayı bir takım ortamsal ipuçlarının da etkisiyle aşk olarak etiketlemesinin ürünüdür. Bu süreci, Duygu= Fizyolojik Uyarılma +Etiketleme biçiminde gösterebiliriz. (Giles, 1995)

Örneğin; bir grup insana sunum yapmanız gerekiyor ve yorgunsunuz, başınız ağrıyor. Bir ilaç aldınız; ama ilacın bir saat kadar sonra kalp çarpıntısı yapmak gibi bir yan etkisi var ya da bu etkiyi sizde yaratıyor. Bir saat sonra sunuma başladınız, bu arada seminerinize geç kalmış olan ve size de en azından fiziksel görünümü çekici gelebilecek bir erkek, bulunduğunuz salondan içeri girdi ve geç kaldığı için özür diledi. Tam bu sırada aldığınız ilacın yan etkisi de kendisini göstermeye başladı; yani kalp çarpıntısını. Bizimse bilgilerimize göre aşık olduğumuzda yaşayacağımız uyarılma olan kalp çarpıntısı. Artık büyük olasılıkla sizinde ‘aşık olduğunuzu’ söyleyebiliriz.

 

3)Tutkusal ve Arkadaşça Aşk

Hatfield ve Walster’e göre Tutkulu Aşk diğeri ile bir bütün olmak için duyulan yoğun istektir. Karşılıklı olduğunda, bütünleşme duygusu ve haz ile ilişkilidir. Karşılık görmediğinde ise boşluk, kaygı ve umutsuzluk duygularına yol açar. Sonuç olarak tutkulu aşk derin bir psikolojik uyarılma durumudur. Tutkulu aşkı ölçmek için geliştirilen ölçek, bu aşk türünün bilişsel, duygusal ve davranışsal belirleyicilerini içermektedir.

Arkadaşça aşk’ın Tutkulu Aşktan belki de en önemli farkı yakınlık özlemi içindeyken, arkadaşça aşkta kişiler yakınlığı çoktan elde etmiştir. Yakınlık insanların diğeri ile içten olmaya çalışma sürecidir; onların benzerliklerini, farklılıklarını, düşünce, duygu ve davranış biçimlerini keşfetmektir. Yakınlık da tutkulu aşk gibi bilişsel, duygusal ve davranışsal bileşenler içerir.

 

4)Aşkın “Renkleri”

Lee’ye (1977) göre, aşk birincil ve ikincil olmak üzere iki kategoriye ayrılır. Eros, ludus, storge birincil; pragma, mania, agape ise ikincil aşk türleridir. (Hendrick ve Hendrick, 1992)

Birincil Aşk Türleri;

Eros: Tutkusal Aşk olarak tanımlanmış ama tutkudan daha fazla şeyi ifade eder. Eros. Aşık istediği kişi zihninde resmetmiştir ve onunla karşılaşınca hızlı şekilde ilişkiye girmeyi, konuşmayı, kendini açmayı ister. Aşık kendine güvenli, yüksek kendilik saygısı vardır.

Ludus: Belirgin bir ciddiyeti olmayan, karşılıklı hoşlanmaya dayalı, bir oyun gibi oynanan aşk türüdür. Birden fazla eşle birlikte olabilir.

Storge: Temeli arkadaşlığa dayanır. Kısa süreli bir birliktelikten ziyade uzun süreli adanmışlığı araması sebebiyle fiziksel görünümden önemlidir.

İkincil Aşk Türleri;

Pragma: Aşık, ne tür özellikleri aradığını bilir. Heyecan aramaz, doyum sağlayabileceği bir yaşam kuracağı uygun eş arar.

Mania: Kıskançtır, eşin samimiyeti ve bağlılığı konusunda şüphelerle doludur ani heyecansal değişimler yaşar.

Agape: Bu aşk türü özgecidir ve eşin refahına yoğunlaşır.

Lee’nin aşk sınıflandırması diğer kuramlardan farklı olarak; aşkın yalnızca bir biçiminin olmadığını öne sürerek çok boyutlu olarak açıklamıştır.

 

 5)Yatırım Modeli

Rusbult’un (1980) yatırım modeline göre, bir insanın ilişkiye olan bağlılığı yani kalma ya da gitme kararı, ilişkiden elde ettiği doyuma (aşk ya da çekim), seçenekleri karşılaştırma düzeyine ( bir başka ilişkide olduğunda- ‘olsaydı’ o eşinden alabileceğine inandığı ödüllere ilişkin beklentileri ) ve yatırımlarına (ilişki bitiminde geri getiremeyeceği her türlü ekonomik ya da psikolojik katkı ya da fedakârlık) bağlıdır.

 

6)Üçgen Aşk Kuramı

Sternberg’e (1988) göre, aşk 3 farklı unsurdan oluşur.

1)Yakınlık Unsuru: Duygusal yatırım bileşenidir; ilişkinin duygusal yanını temsil eder.

2)Tutku Unsuru: Psikolojik ve fizyolojik uyarılmayı ifade eder ve ilişkinin cinsel yönünü ifade eder.

3)Karar/Bağlılık Unsuru: Bireyin o eşe/ ilişkiye olan bağlılığına ilişkin kararları içerir ve ilişkinin düşünsel boyutunu oluşturur.

 

Sternberg bu 3 boyuta bağlı olarak 8 ayrı aşk türü sıralamıştır. Bunlar;

1)Beğenme/ Hoşlanma (Yakınlık Unsuru)

2)Çılgınca Aşk (Tutku Unsuru)

3)Boş Aşk (Karar/ Bağlılık Unsuru)

4)Romantik Aşk (Yakınlık + Tutku Unsurları)

5)Arkadaşça Aşk (Yakınlık+ Bağlılık Unsurları)

6)Aptalca Aşk (Tutku + Bağlılık Unsurları)

7)Mükemmel Aşk (Tutku + Bağlılık + Yakınlık Unsurları)

8)Aşksızlık (Bu üç unsuru da içermez)

Gao (2001) Üçgen aşk kuramını temel alarak Amerikalı ve Çinli çiftlerde yaptığı araştırmasında, Amerikalı çiftlerin tutku bileşenini Çinli çiftlere göre daha çok tercih ettiklerini, yakınlık ve bağlılık bileşeninin ise her iki toplumda da farklılaşmadığını ortaya koymuştur.

Medora ve arkadaşlarının (2002) Amerikalı, Türk ve Hindistanlı üniversite öğrencilerinin romantizme yönelik tutumlarını karşılaştırdıkları kültürlerarası çalışmaları da Amerikalı öğrencilerin romantizm puanlarının en yüksek olduğunu göstermiştir. Amerikalı öğrencileri Türk ve daha sonra ise Hindistanlı öğrenciler izlemiştir

 

7)Kendiliği Büyütme/Genişletme Kuramı

Kendiliği büyütme/genişletme kuramına göre birey eşinin kaynaklarını ( bilgi, deneyim, bakış açısı gibi ya da özelliklerini kendilerininkilerle bütünleştirerek hem benlik yeterliliğini hem de benlik saygısını arttırır (Aron, Paris ve Aron, 1995) . Kendiliği büyütmeyi, bir anlamda, çevreyi keşfetme ve bu çevreye sahip olma güdüsü olarak değerlendirebiliriz. Bu kuramda romantik ilişki her iki tarafında kimliğini zenginleştirmesi ve ilişkide doyum sağlaması nedeniyle araçsal bir işlev taşır.

 

  8)Aşkın Prototipik Özellikleri

Fehr’in (1988) yaptığı bir araştırmada üniversite öğrencilerine aşk ve ilişkiye bağlılıkla ilgili, olarak akıllarına gelen ilk düşünceyi tek kelimeyle ifade etmelerini istemiştir. Verilen cevapların sınıflandırılması sonucunda 68 kelime ortaya çıkmıştır.

İlk 10 sırayı;

  • Güven
  • Koruma/Bakım
  • Dürüstlük
  • Arkadaşlık
  • Saygı
  • Eşin gereksinimleriyle ilgilenmek
  • Sadakat
  • İlişkiye bağlılık
  • Eşi olduğu gibi kabullenmek
  • Destekleyicilik

Araştırma sonucunda görüldüğü üzere, güven ve koruma/bakım kelimelerinin ilk sıralarda yer alması ortaya çıkan ilginç bir bulgu olduğu gibi, günlük hayatta aşkı tanımlamada ya da betimlerken kullandığımız örneğin ‘her an onu düşünmek’ ya da ‘karnında kelebeklerle dolaşmak’ ifadelerinin sıralamanın neredeyse en aşağılarında yer aldıkları görülmüştür.

 

9)Psikanalizde Aşk

Psikanaliz, aşkı şöyle tanımlıyor: Aşk objesine duyulan özlem, erken çocukluk dönemine ait sevilen objelere (genellikle anne ve babalar) yeniden kavuşma isteğinden doğuyor.  Psikanalizin kadına ve aşka bakışının altında temel olarak çocuk cinselliğini masum aşka olan ödipal sevgi yatar (Alper, 2003). Psikanalize göre her erkek çocuk annesine, her kız çocuk da babasına karşı cinsel ilgi duyar. Normal koşullar altında, 5–6 yaşlarında bu durum çözümlenir ve ebeveynlere duyulan yasak duygular bilinç dışına bastırılır. Bu aşamadan sonra erkek çocuk baba gibi, kız çocuk da anne gibi davranmaya başlar. Böylece olağan psikoseksüel gelişim çizgisini yaşar, ergenlik ve sonrasında yetişkin cinsel kimliği kazanarak karşı cinsle normal ilişkiler kurma kapasitesini kazanmış olurlar. İlk aşkın anne ya da baba olması insanlara yaşam boyu bir anne ya da benzeri bir eş arayışına iter. Psikanalitik açıdan bakıldığında sağlıklı aşkın ödipal karmaşanın çözümü olduğu söylenebilir. Ödipal karmaşanın çözülemediği durumlarda sağlıksız aşk yaşantıları meydana gelir.

 

BAĞLANMA

 Bağlanma olgusu doğum sonrasında anneyle olan ilk temasla birlikte başlar. Dış dünyaya karşı savunmasız olan bebek tek başına hayatta kalamayacağı için ilk etapta anneye bağlanır. Bağlanma konusu sadece bebeklik döneminde değil ileriki yaşlarda da karşımıza romantik bağlanma, iş yaşamında bağlanma ve akademik bağlanma şekillerinde karşımıza çıkar. İnsan ilişkileri bireysel davranışları kabul-ret şeklinde geliştiği için birey davranışlarını makul gören gruplarla daha sıkı bir bağ oluşturur.

Bağlanma kuramlarının başında Bowlby Bağlanma Kuramı gelir.  Bowlby Freud sonrası psikanalitik akımlardan Nesne İlişkisi Ekolünü benimsemiştir. Bu ekol çoğunlukla kendinlik, narsizm ve saldırganlık üzerinde durmuştur ve bu akıma göre bireysel gelişim nesne ilişkilerinin içselleştirilmesiyle meydana gelmektedir. Bebek memeyle anneyi fark eder ve ben-ben olmayan ayrımını yapmaya başlar. Bowlby’e göre 0-3 yaş içe yansıtma, özdeşleşme ve ben kimliğini yaratma dönemidir. Ben kimliği de sağlıklı bir nesne temsilinin gelişmesiyle oluşabilir.

 

BEBEKLİK DÖNEMİ

Bağlanma bebeklerin yaşamlarını sürdürebilmesi için gerekli bir durumdur. Birey bu dönemde kendi başının çaresine bakamayacak kadar muhtaçtır ve bir bakıcının bulunması gerekir. Bebeğe göre bakıcı dünyayı keşfetmede güvenli bir temel, tehlikelere karşı ise sağlam bir sığınaktır. Bu durumda bakıcının bebeğe tavrının iyi yada kötü olması; bebeğin bakıcıyla teması kesildiğinde ya tekrar temas kurmaya çalışmasıyla yada bakıcıyı protesto etmesiyle sonuçlanır.

0-2 ay: Bu dönemde bebek bakıcısını ses ve kokusundan tanır. Bir yabancıyla kaldığında alarm tepkileri vermez, yakınlık kurmak içinde belli bir hedefi yoktur. Fakat çevresindekilerle (bakıcı) yakınlığı arttırmaya yönelik çabaları gözlenir.

2-7 ay: Bu dönemde çevresindeki ilgiden hoşnutturlar ama yinede ayrılık stresi görülmez. Davranışlarının çevreyi etkilediğini fark eder ve isteklerinin çevreden karşılanacağını anladıkları için çevreye olan güvenleri artar. Bu dönemde bakıcının rolü büyüktür.

7-24 ay: Bu dönemde ayrılık stresi ve yabancılar kaygısı kendini göstermeye başlar. Fakat yinede bebekte çevreyi keşfetme dürtüsü vardır.

24-…: Ayrılık yaşantısını kavrarlar ve “diğerlerinin gereksinimlerini” anlamaya başlarlar. Bakıcı ile aralarındaki bağı fiziksel şekilde de gösterirler (el sallama, öpücük, …).

Bowlby’nin bebekler için geliştirdiği içsel çalışma modeli; bebeklerde ilişki beklentilerine şekil verir, ve deneyimlerini yorumlamalarını sağlar. Ayrıca bu model Kendilik Modeli ve Diğerleri modeli olmak üzere ikiye ayrılır. Kendilik Modeli bebeğin değerini ve sevilebilirliğini anlamasına, Diğerleri Modeli ise çevreye bağlanabilirliğini ve güvenini tartmasını sağlar.

 

Üç tür bağlanma modeli geliştirilmiştir: güvenli, kaçınan ve kaygılı güvenme modellerin. Bu modeller Ainsworth, Blehar, Waters Ve Wall (1978) tarafından Bowlby’nin yaklaşımını geliştirerek ortaya koymuşlardır. Güvenli bağlanma tipinde bebek ayrılık durumunda bakıcıyla gerginlik yaşamazlar. Kaçınan tiptekiler bakıcılara karşı mesafelidirler. Kaygılı tipler ise bakıcıya karşı kararsız tutum sergilerler( Carranza ve Kilmann, 2000; Farrugia ve Hohaus, 1998)

 

YETİŞKİNLİK DÖNEMİ BAĞLANMA SÜRECİ

Ainsworth ve arkadaşları daha önce geliştirdikleri bağlanma tiplerini romantik ilişkilere de uyarlamışlar ve daha önce bahsettiğimiz tipleri aynen kullanmışlardır. Bu üç türe ek olarak Bartholomew ve Horowitz saplantılı sitili ortaya atmışlardır. Bu sitile uyan insanlar, diğer insanlara yönelik olumlu diğeri modeline sahiplerdir. Bu modele göre diğer kişi bütünü tamamlayan eksikliği düşünülemeyecek bir parçadır ve o olmadan hiç bir şey yolunda gitmeyecektir. Ancak bu bağlanma tipine sahip bireylerde eşlerinin kendilerine yeterince ilgi gösterilmediğine dair şikayetler gelmekte ve hatta kimi zaman eşlerine şiddet uygulamakta olduklarından olumlu diğeri modeli de tartışmalıdır.

 

BAĞLANMA VE İŞ YAŞAMI

Bağlanma olgusu iş yaşamında bebeklikteki haline benzer. Bebeklikteki anne bebek ilişkisinde de hatırlayacağımız gibi bebek anneyi gelişim ve keşif için nasıl bir basamak gibi görüyorsa yetişkinlikte de iş yaşamını keşif ve gelişim için bir basamak şeklinde görmektedir. Sonuçta her iki durumda da kişi daha önce hiç karşılaşmadığı bir dünyaya adımlarını atmıştır.

Üçlü bağlanma türü iş yaşamı içinde geçerlidir. Yapılan araştırmalarda güvenli bağlanma tipine sahip kişilerin işe en az geç kalan en az istifa eden ve gelişim sağlayabilmek için her fırsatı değerlendirdikleri saptanmıştır. Kararsız tipe girenler ise bireysel çalışma yerine ekip çalışmasını tercih ederler. Bu kişiler için onaylanmak motivasyonlarını arttırır ve sosyal hayatlarındaki olumsuzluklar iş yaşamlarındaki verimliliğide olumsuz etkiler. Güvenli bağlanmacılar bebeklikten itibaren özgüvenleri tam olduğundan iş güvenliği iş doyumu ve gelişme konularında diğerlerinden daha iyimserlerdir. İçsel ve dışsal motivasyonlara eşit olarak yaklaşır ve işlerini severek yaparlar.

Summer ve Knight iş ile aile arasındaki etkileşimin üç yönlü olduğunu saptamışlardır:

Taşma Modeli: Bu iki statüden herhangi birinden sağlanan doyum diğerini de olumlu yönde etkilemektedir. Biri azaldığında diğeri onu tamamlar.

Dengeleme Modeli: Biri azalırken diğerinin artığı durumlardır.

Bölünme Modeli: Artış yada azalışların birbirinden bağımsız olduğu durumlardır.

 

POLİTİK BAĞLANMA

Politik bağlanmalarda kaçınan kişilik tipleri sıkça görülür. Bu tür kişiler için birey iç çatışmalarıyla barut, deneyimleriyse fitili yakan içindeki nefreti ortaya çıkaran ateş olarak tanımlanabilir. Bu kişilerin ailelerinden reddedilmeleri sürekli bir düşmanlık, öfke ve saldırganlık davranışına dönüşür. Reddeden anneye öfke duyulur fakat ona zarar verilemediği için bu birikim dışarıya yalan söylemek yada güçsüzleri ezmek olarak çıkar. Özellikle istismara uğramış çocuklar daha saldırgandır ve bu saldırganlık yetişkinliğe de taşar. Saldırganlığın kaynağı sağlıklı bir ben-öteki ayrımı yapamama ve empati kuramamadan kaynaklanır ve bu kişiler için ya siyah vardır ya beyaz. Her durum ve kişi tehdit içerir ve yıkıcılık eldeki tek savunma mekanizmasıdır. Eylemler plansız-programsızdır ve seçilen kurbanda tesadüfidir. Kurbanlaştırdıklarına saldırarak reddedilişin yarattığı utanç ve çaresizlikten kurtulurlar. Öfke reddedilmeye karşı koruyucu bir rol oynar ve reddedilme utancı bastırılamadığında kurbana yüklenilir. Verilen her zarar bağ kaygısını yatıştırır.

 

ROMANTİK BAĞLANMA

Eş seçiminde bağlanma tiplerinde güvenli bağlanma dışında kendi tipinde seçen bireyler ilişkilerinde doyumu pek yakalayamazlar. En uzun ilişki süreci güvenli bağlanma sitiline sahip bireylerde görülür fakat kadın kararsız erkek kaçınan tipte bağlanma modeline sahiplerse bu ilişkilerde güvenlilerinki kadar uzun sürebilir. İlişkilerde bağlılık ödül ve bedel oranının birbirini dengelemesine dayanır. Kelley’in karşılıklı bağlanma kuramında bireyin ödül ve bedele duyduğu ihtiyaç ve ilişkiden aldığı doyuma göre ilişki devam eder.

Yatırım modelinde ise bireyin ilişkisinden aldığı doyumun bir alternatifi yoksa ilişkiye devam eder der. Bu tür ilişkilerde gönüllü olmayan bağlılık söz konusudur. Davis’e göre ilişkinin devamı 1 alternatifinin olup olmadığına 2 ilişkiye yapılan yatırımın doyumu dengelemesine bağlıdır.

Eğer eşlerden biri güvenli bağlanma sitilindeyse ilişkinin uzunluğu daha fazla artar çünkü bu tip bağlılığa sahip olanlar hep sorunların çözümü için alternatif yollar

ararlar ve sürekli yapıcıdırlar. İlişkilerde erkekler daha baskın olduğu için erkeğin karakteri ilişkinin uzunluğunu doğrudan etkiler. Keelan’ın yaptığı 4 aylık araştırmada güvensiz tipteki kişilerin daha çabuk ayrıldığı, güvenlilerin ise ayrıldığı eşlerinin arkalarından konuşmadığı ve eşlerini arkadaştan daha tamamlayıcı olarak gördüklerini ortaya koymuştur. Kararsız bağlanma tipindekilerle evlilik doyumu düşürür. Kararsız kadınlar geleneksel kadınsı rol (feminem), erkekler ise eşlerini suçlayan, duygularını içe atan (masküler) rolü benimserler.